Dükkanı kapatmak için hazırlık yaparken bir de baktım bizim arkadaş(kedi) dışarıda bulunan koltuklardan birinin üstünde uyku aşamasına geçmiş. Beni farkedince dedim ki: diğer tarafı toplayana kadar biraz daha uzan ama kusura bakma, birazdan kaldırmak zorundayım. Söylediğimi anlamış gibi yavaşça indi ve kendisini ürkütmemek için ağır hareket etmemin güvenilirliğini hissederek kaçmadan kenardan…
Yorumlar kapalıKategori: Bilim
Uzun bir aradan sonra göz açıp kapayana kadar geçti onca zaman. Geride bıraktıklarımızın özlemi dışında bir sıkıntımız yok çok şükür. Çocuklar yeni okullarına, biz yeni memleketimize alışmaya başladık. Alışmaya çalıştığımız en önemli konulardan biri de Türkiye’deki eğitim sistemi. Daha doğrusu oturtulamamış eğitim düzeni…
Uzun okul saatleri ve sonrasında kurslar, en tuhafı ise cumartesi okulun olması. Sanki bunlar 9-10 yaşlarında çocuk değil de yarışmalara hazırlanan yarış atları. O kurs senin, bu sınav benim koşturup duruyorlar. 5. Sınıfa giden bir çocuğun, özellikle vurguluyorum “bir çocuğun” akşam eve gelmesi saat beşi buluyor. Ve ödevdi, test kitaplarıydı derken yatağa zor düşüyor, hayatından koca bir gün eksiliyor.
Anlayamadığım şey ise, bu yaştaki çocuklar ne zaman sokağa çıkıp saklambaç oynayacak? Ne zaman bahçedeki kediyi sevip, arkadaşlarıyla top koşturacak? Küçücük çocukları okuldan soğutmak için her önlem alınmış mı dersiniz?
“Bu kadar uzun okul saatleri ve neden hafta sonu okul var?” diye sorduğum zaman ise cevaplar hep aynı: “Müfredata yetişemiyoruz” diyor yetkililer. Buradan Millî Eğitim Bakanlığı’na seslenmek istiyorum: Bu nasıl bir müfredatt ki, bu yaştaki çocuklara zaman bırakılmıyor?
Oysa bizler böylemi büyüdük? Okuldan gelir gelmez atardık kendimizi sokağa. Yağ satardık, bal satardık ama “Çok dersim var!” Diye ağlamazdık. Yakan top oynar, saklambaç oynar “Haftaya deneme sınavı var” diye strese girmezdik. Cumartesi okula değil, şehire kurulan panayırlara ve pikniklere giderdik. “Yarın okul var” diye sıkıntıdan uykumuz kaçmaz, aksine önlüklerimiz baş ucumuzda yatardık… Biz okulu, okul da bizi severdi inanın!
9-10 yaşlarında “Hangi okula puanım yetip girebiliriz?” diye değil, “Öğretmenin gözüne nasıl girebiliriz?” diye düşünürdük.
O yaşta sırtımıza dağlar kadar yük yüklenmezdi bizim. İçi kitap dolu çanta ağırlıktan belimizi bükmezdi taşırken. Çünkü biz çocuktuk, tek derdimiz sarı saçlı bebekler, siyah beyaz lastik toplardı. Sahi ne yaptınız bu çocuklara böyle? Onların elinden çocukluklarını aldığınız için mutlu musunuz? Çocuklarınız mutlu mu?
İşin komik tarafı ise aileler gayet memnun hayatlarından. Aman boş zamanları kalmasın da başları ağrımasın diye, o ders senin, bu kurs benim sürüklüyorlar çocukları. Edebiyatı, matematiği tamam da çocuk olmayı ne zaman öğrenecekler? Hayvanları sevmeyi, doğayı korumayı, merhametli olmayı kitaplardan mı okuyacak bu çocuklar? İnsan olabilmeyi hangi kitapta bulacaklar?
Yapmayın! Bu yaştaki çocuklarınıza bunu yapmayın! Almayın ellerinden çocukluklarını, kimsenin de almasına izin vermeyin! Bırakın çocuk olsunlar, tıpkı gerektiği gibi… Bu anlayamadığım müfredatlarınızı lütfen daha iyi gözden geçirin. Ne yaparsanız yapın ama çocukların çocuk olmalarını engellemeyin!..
O koşuşturmalarda ne çocukluklar, ne çocuklar kayboluyor farkında mısınız? Her yaşın ayrı güzelliği vardır. Bu yaştaki çocukların tek derdi ders olmamalı, alacağı notun hesabı olmamalı!..
Bunları şikâyet olsun diye yazmıyorum. Aksine unuttuğunuz çocukları hatırlamanız için yazıyorum. Şimdi diyeceksiniz ki: “Bütün bunlar, onların iyiliği ve geleceği için.” Hayır, bütün bunlar sizin olmasını istediğiniz çocuk modeli için.
Onlara sormadan, yaşadıkları masal dünyalarından koparıp, hayallerini ve oyunlarını ellerinden almak mı gelecek hazırlamak? Kim olduk biz böyle? Hani yüreklerde yaşayan bir çocuksa
30 Ekim 1978 doğumlu, her şeyden önce kul, sonra evlat, eş ve anne olma çabasında…
Yazdıkça öğrenenlerdenim…
Bildiğiniz üzere bugüne kadar olan yazılarımın temelinde, özelde ülkemizin, genel anlamda ise ümmetin felahı için tek şiar olarak yekvücut olunması gerektiğini işlemeye çalıştım. Bu karanlıklardan ancak birbirimize tutunarak çıkılacağını, batı aklı tarafından cetvelle çizilen sınırların bizleri ayıramayacağını defalarca dile getirdim. İslam âlemi üzerindeki zifiri karanlığın, üzerimize serpilen ölü toprağının ancak…
Yorumlar kapalıKime sorsak, Türkiye’de yaşayan her yöre insanının ortak özelliklerini sayar: Tembel, hazırcı, okumayı pek sevmez, yazmakla alakası bile olmaz. (Kapitalizm sağolsun da bu internet sayesinde memleketin yazma, şiir, fotoğraf ve cümle kurma kültürü gelişti biraz.) Ülkesine gelen turisti, komşusunu, akrabasını,hatta kardeşini, eşini vicdan micdan dinlemeden yolmanın, “düşürmenin” yolunu arar ve…
Yorumlar kapalıGeçmişten bu yana, Türkiye’de ne zaman ortalık karıştırılmaya çalışılsa, ya laiklik ya din elden gidiyor diye bir heyula ortada dolaştırılır. Bu kimi zaman Kubilay’ı şehit eden bir meczup tarafından gerçekleştirilir, kimi zaman başörtüsü ile sorunu olan bir ‘‘sapık’’ tarafından. Kimi zaman da milletin giyim tarzına müdahaleyi kendine görev edinmiş bir…
Yorumlar kapalıYazımın başlığında belirttiğim üzere, uzun bir aradan sonra tekrar buralardayım. Ama uzun mu uzun bir araydı benim için. Aslında dönüşümde ne yazacağımı buralardan ilk kapanışı yaptığımda düşünmeye başlamıştım. Acaba tatilimden mi bahsetsem? yoksa okuyup dinlediklerimden mi? Öncelikle sizleri çok çok özlediğimi bilmeniz gerekiyor, yani buradan giderken bir o kadar duygusal…
Yorumlar kapalı“Vedalar, gözüyle sevenler içindir. Çünkü gönülden sevenler ayrılmaz…” Hz. Mevlâna Bu yüzden hiç sevmem veda etmesini. Ayrılık zamanı geldiyse eğer, bize sessizce gitmek yakışır bu şehirden. Koskoca yirmi yılın ardından el sallamakmış bizim payımıza düşen… Bugün beni ben yapan değerlerle birlikte “hoşça kal!“ diyorum bu şehre. Her ne kadar adı…
Yorumlar kapalıEvvela; hocaların hocası olarak bilinen, ülkenin yetiştirdiği en önemli sosyolog ve ilim adamlarından olan değerli Şerif Mardin Hoca’ya, Allah’tan (cc) rahmet diliyorum. Başımız sağ olsun. Myanmar’da, Arakan Müslümanlarına yönelik katliam devam ediyor. Ota bile saygı duyduklarını ifade eden Budistler, ot yakar gibi insan yakıyor. 1989 Nobel Barış ödüllü Dalay Lama’dan…
Yorumlar kapalı