Fadime’ye çalıştığı arazinin samanlığında tecavüz ediliyor, bu tecavüz türküleştiriliyor, bu türkü eşliğinde halaylar çekiliyor!
Fadime’ye samanlıkta tecavüz eden, şalvarını bayrak niyetine gül dalına asan, bunun türküsünü yapıp halay çeken bu ülkede, “tecavüz bu kadar nasıl arttı, tecavüzcüler ne zaman bu kadar yüzsüzleşti?” sorusunu sorarak vicdanlarımızı rahatlama çabası boşunadır!
Yaptığı tecavüzün türküsünü okutuyorlar bizlere! Bu türkü ile halaylar çekiliyor! Ve biz tecavüzün artışını tartışıyoruz!
“Daha yeni girmiş on üç, on dört yaşına, edalı sürmeli köylü güzeli” türküsüne ne dersiniz? Çocuk yaşta evliliğin yeni olmadığını, onlara türküler yakıldığını bilmiyor muydunuz?
“On dört yaşında Nazife de hanım, kimlere aldanmış” türküsündeki Nazife de henüz çocuk!
“Hey on beşli on beşli” diyerek 15 yaşında ölüme yolladığımız çocuklarımız var bizim, ardından türküleri de yakılan!
Ne taciz ve tecavüz yeni başladı ne de çocuk gelinler, sadece bizler kafalarımızı kuma gömmüştük, görmedik, görmek istemedik. Oysa kültürümüzün bir parçası olan türkülerimizde defalarca anlatıldı bunlar. Dinledik, oynadık, halay çektik ama bir türlü anlamadık, anlamak istemedik!
Talan ve soygunda da durum farklı değildi.
“Gemisini yürüten kaptan”, “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” gibi özlü sözler boşuna üretilmedi!
Şu anda ülke emperyalist bi talan altında. Acımasız bir soygunla karşı karşıyayız. Bu soygun ve talan yeni mi başladı?
6-7 Eylül 1955 tarihinde yaşanan talan değil miydi?
Topal Osman ve çetesinin 1910- 1920 arasında Karadeniz’de Ermeni ve Rum ailelerin mallarını talan ettiğini bilmiyor musunuz?
1915 soykırımında yapılanlar talan değil miydi? Kilikya’da yaşanan katliam ve talanı kim ya da kimler yapmıştı? Koçgiri’de, Zilan’da, Dersim’de, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da yaşanan katliamlar sonrası yapılanlar talan sayılmaz mıydı?
Talan ve soygun kültürüyle büyüyen bir coğrafyanın tamamının talan edilmesi de kaçınılmazdı, talan tüm hızıyla başladı ve her şey bitene kadar da devam edecek!
Özellikle gıda üretiminde kendine yetebilen, sanayi üretiminde o günün Avrupa’sından çok daha iyi durumda olan Türkiye’nin, emperyalist talana kapılarını açan olay, Marshall planı olarak bilinen Amerika yardımı oldu.
Bu yardımın alınabilmesi için başta uçak sanayi olmak üzere birçok önemli sanayi tesisi kapattırıldı. Alınan askeri yardım karşılığı zorunlu olarak, alınan yardımın çok üzerinde tutarlarla yedek parça siparişleri verdirtildi.
Emperyalizm ülkenin kollarını arkadan bağlamış, talana başlamış oldu!
Bu talan ağır adımlarla devam ederken, 1900’lerin sonuna doğru emperyalizmin krize girmesi sonucu, krizi atlatmak için, dünya genelinde talanın hızı ve acımasızlığı artınca bundan Türkiye’de nasibini almış oldu.
2000’lerin başından itibaren, azgınlaşacak talan ve soyguna karşı çıkması muhtemel kesimler için tedbirler alınmaya başlandı.
Kendisi de, girişimleri, fabrikaları ve üretim tesisleri ile emperyalist zincirin bir parçası olan ordunun ele geçirilmesi gerekiyordu. Devleti kuranlar içinde sayı ve güç bakımından önemli ölçüde niceliğe sahip olan ve bu nedenle de ülkeyi malı gibi gören, kendi malını korumak için darbeler yapan ordunun hareketsiz kalması gerekiyordu! Genel kurmay ile yapılan anlaşma sonucu başlatılan operasyonlarla birkaç yıl içinde ordu işlevsiz ve siyasal iktidara tabi hale getirildi.
Ardından ikinci büyük güç ve engel, hukuk sisteminin ele geçirilmesi ve tamamen siyasal iktidara tabi hale getirilmesi sağlandı, Anayasa reformlarıyla!
Bu yapılırken bir taraftan da devletin kuruluşundan sonraki birikimler olan kamu malları, değerinin çok altında rakamlarla pazarlanmaya başladı. Öyle ki devletten 1’e alınan kamu malı, alıcısı tarafından 100’e satılıyordu!
Satılması gereken kamu mallarından olan ordu elindeki arazi ve binaların da satışı gerekiyordu. Bunu yapabilmek için de olağanüstü yetkiler lazımdı ki 15 Temmuz ile bu da gerçekleştirildi. Yasalar rafa kaldırıldı. Kanun Hükmünde Kararname denilen ve bir kişinin verdiği kararlar olan yasa dışı uygulamalarla bu konu da halledilmiş oldu!
Yer üzerinde satılacak kamusal mal kalmayınca ilk olarak topraklar satılmaya başlandı. Sit alanları ve ormanlar satılabilecek konuma getirildi.
Kelebek vadisi de nasibini aldı bu talandan.
Kıyıları talan edebilmek için çıkarılan orman yangınlarıyla yüz binlerce hektar orman, içerisinde yaşayan canlılarıyla birlikte yok edildi.
Talanı yapan insanoğlu, kendisinin de doğanın bir parçası olduğunu, doğayı talan ettikçe kendi yaşamını da talan ettiğini, doğayı yok ettikçe kendinin de sonunu getirdiğini unuttu!
Son kaynak olan yer altı zenginliklerinde talan başladı. Ancak bu talan aynı zamanda doğanın katlini de beraberinde getiriyor.
Madenleri çıkarabilmek için önce üzerindeki doğal örtüyü, ormanı yok etmeyi gerektirdiğinden, orman katliamı açık bir şekilde yapılmaya başlandı.
Dünyanın oksijen deposu Kaz dağları ve en temiz içme suyuna sahip Munzur dağları, maden aramaya açıldı.
İnsan soyunun acımasızlığı, vahşiliği ve doymak bilmeyen aç gözlülüğü sayesinde talan tüm acımasızlığı ile devam ediyor.
Bu talan bittiğinde bu coğrafyada yaşam alanı kalmayacak.
Yapılması gereken belli, söylenecek fazla söz kalmadı, geleceğimizi kazanmak veya kaybetmek kendi ellerimizde…
1956 Elazığ doğumluyum
1977 Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezunum
Siyasi nedenlerle öğretmenlik yapmadım
1980 sonrası 6 yıl kadar Diyarbakır, Eskişehir ve Antep cezaevlerinde tutsak kaldım
İşçi emeklisiyim