"Enter"a basıp içeriğe geçin

Fazlası Zarar

Üstünde oturduğu rahatsız koltuğun, bir ayağı önceki sene kırılmıştı. Kocası, eve tamirci çağırmanın maliyetinin fazla olacağını, o para ile en az bir kilo kıyma alarak üç ya da beş etli yemek yiyebileceklerini söylemişti. Baba yadigârı aletlerini doldurduğu bez torbasını kaparak koltuğun başında bitmişti. Koltuğu birlikte ters çevirmişler ve hummalı bir tamirata girişmişlerdi. Birkaç vida, bir bağlama teli ile ayağı onarmışlardı. Oturduklarında biraz gıcırdasa bile iki kişi aynı uçta oturmaya korksalar da bir yıldır sorun yaşamamışlardı. 

Gül gibi koltuktu işte…

Ustayı çağırmadıkları için cüzdanında kalan para olsaydı. Adam tabi ki kıyma alacaktı ama zaten usta çağıracak parası olmadığı için kıyma alacak parası da yoktu.

Yeni bir koltuk almak, ne o gün ne de daha sonraki günlerde akıllarının ucundan bile geçmemişti. İşte bugün ayağı aksak o koltuğun köşesine ilişmiş. Bir yandan fasulye kırarken öte yandan televizyonda yeni başlayan programa bakıyordu. 

“Fazlası Zarar” 

Fazlasını görmemiş bir kadın için ne kadar da garip bir programdı. Henüz küçük bir kız çocuğu iken ablası ile kıyafetlerini ortak giyer, hafta sonu kirlenen kıyafetleri kuruyana değin bir tanecik pijamasıyla evin içinde dolanır. Dışarıya çıkmak için elbiselerinin kuruyup kurumadığını kontrol etmek için çamaşır ipine koşardı. O kıyafet genelde kurumaz ve hafta sonunu evde ıslak elbiselerini yoklayarak geçirirdi.

Evlendiğinde de durum değişmemişti. Eşi elinden gelse bir dediğini iki ettirmezdi. Asgari ücret bir gün yaşanılası bir seviyeye gelse onlarda belki fazlası zarar derlerdi. 

Aldıkları birkaç parça elbiseyi, eskise de atmaya kıyamazlardı. Çünkü o kıyafetlerin alınma serüvenleri çok zorluydu. Birkaç ay öncesinden başlardı hesaplamalar. Karı koca çocukları uyuttuktan sonra oturur. Söze genelde kadın başlardı.  ‘’Küçük kızın ayakkabısı da yırtıldı. Ne yapsak yenisini mi alsak acaba?’’ Kocası gözlerini kaçırarak başını kaşıyarak, morali bozuk, ’’ Bilemedim ki; faturalar, kira derken mutfak masrafına ancak yettiriyoruz maaşı. Bu ay biraz daha az harcarsak gelecek ay bir ayakkabı alabiliriz belki…’’  Eve ya da aile fertlerinden herhangi birine bir şey alınacağı zaman hep böyle bir konuşmanın içerisine giriyorlardı. Bu yüzden alınabilen her nesne onlar için çok değerliydi. Kadın hayallerden sıyrılarak tekrar televizyona döndürdü bakışlarını,

‘’Fazlası Zarar’’ 

Saray gibi evlerde yaşayan yapımcılar, yönetmenler, kanal sahipleri, reklam veren şirketler bir araya gelmişler; evlerindeki fazla kıyafetlerden; kıyafet dolabı değil kıyafet odalarından, her biri bilmem kaç asgari ücret değerindeki ayakkabılardan hiç söz etmeden.  Her kıyafete uygun bilmem ne marka çantalardan, garajlarında duran spor araçlardan esef duymadan. Yoksul insanların bin bir zorluklarla evlerine aldıkları üç beş parça eşyanın sözünü ederek, ‘’Aman efendim bu çatal sayısı fazla, iki tane beyaz gömleğin var. Aynı renkte dört çorap… Olur, mu hiç? Evde de altı tane çarşaf varmış. Bu nasıl müsrifliktir. Bir evde hiç iki tane rende olur mu?’’ diyesiye kadar. 

İşin mantığı basitti. Yoksul insanlar bunları birbirlerine söyleyince çok acıtmıyordu. Program mis gibi akıyordu. Hiçbir yarışmacı da demiyordu ki,’’ Ben bu çatal bıçak takımının parasını bir araya getirene kadar yüzlerce pazar harcamamdan kıstım.’’ On bin liralık para ödülüne ulaşabilmek için beş yarışmacı birbirlerinin evlerine konuk oluyor ve eşyalarının çokluğunu birbirlerinin yüzlerine vuruyorlardı. Program sonunda ise fazla eşyalarını hiç almamış olsalardı.  ‘’Yarışmacıların yaklaşık olarak bir asgari ücret tasarruf yapmış olacaklarını’’ büyük bir heyecanla ekranlara taşıyordu program. En az fazla eşyası olan yarışmacı ise yarışmanın galibi oluyordu. 

‘’Fazlası Zarar.’’

Sistem çok güzel işliyordu. Yoksula, ‘’sen yoksulsun’’ demek ortalığı karıştırabilirdi. Fakat yoksula, ‘’bak fazladan bir sürü eşyan var.’’ dersen. Kendini zengin hisseder ve düzen bozulmazdı.

Kadın televizyonu kapatırken kırdığı fasulyenin yüz gram kadar fazla olduğunu düşünmeye başlamıştı.