Yazılacak onlarca, yüzlerce konu var, neresinden tutsan paçavra misali dökülen ülkemde, yazamıyorum!
Her gün artarak devam eden taciz, tecavüz, iş ve kadın cinayetleri artık sayısal veri haline gelmişken, birini anlatsam diğeri eksik kalacakken, sayılar binleri geçmişken ben hangi birini konu yapayım?
Ülkeme, insanlarına bir haller oldu!
Artık zam yapılmıyor! Fiyatlar değiştiriliyor! Doğal gazda da bir ayda iki kez fiyat değiştirildi. Değişiklik % 32 civarında. İşin ilginç tarafı ise dünya piyasasında doğal gaz fiyatları % 50 geriye giderken yapılıyor bu değişiklikler!
Bu tür fiyat değişikliklerinin tek amacı, tamamen boşalan, ihtiyat akçesine bile el koyulan devlet kasasını biraz da olsa doldurmak. Ne de olsa “itibardan tasarruf olmaz” demiş atalarımız!
Sigara ve alkol fiyatlarında yapılan akıl almaz değişiklikler ise insana her gün masa kurduracak cinsten!
Suriye’de Emevi camide bir namaz kılıp gelecektik, dokuz yıldır camiye ulaşamadık! Öylesi garip ve karmaşık bir dış politika izledik ki Rusya ile ABD arasında gidip gelen pinpon topuna döndük.
Hem de bedava değil, her gidiş maliyeti milyarlarca dolar! Dönüşü de aynı maliyet. S-400 füzeleri aldık. Nükleer santral ihalesini içine bal doldurarak verdik! Yetmedi galiba, Putin amcanın ısmarladığı dondurma için SU serisinden birkaç uçağa milyarlarca dolar daha verebiliriz. Neyse ki önceden uçup uçmadığını sorduk, içimiz rahat.
Tabi ki boşalmış devlet kasasından ödenmeyecek bu maliyetler. Biz, köleleşmiş, itiraz etmeyi unutmuş, başı yerde, korkak, ürkek ve sessiz vatandaşlar dururken, devlete elini cebine sokturur muyuz?
Terimizin son damlasına kadar ödeyeceğiz, borç bizim borcumuz.
Kendi ülkesinde yaprağın koparılmasına bile izin vermeyen Kanada’nın bir şirketi, dünyanın oksijen deposu Kaz dağlarında orman katliamı yaparken, utangaç direnişler yaptık ve Kaz dağlarında tutulan nöbet hattını Çanakkale merkeze kadar geri çektik!
Orman katliamı sadece Kaz dağlarında değil ki. Ülkenin onlarca yerinde orman katliamı var. Sadece orman katliamı da değil, aynı zamanda kullanılan siyanür ve benzeri maddelerle çevre katliamı da yapılıyor.
Böylece çekilen sıkıntıları uzun süre yaşamamız engellenmiş de oluyor, yaşamlarımızı kısaltarak!
Biz, dünyaya bedel bir milletiz ya, bu tür sorunlar bize vız gelir vız!
Arka arkaya başlayan, yangın ne kadar çok olursa o kadar çok kazancın olduğu ihaleyle şirketin kasaları dolacağını bilerek söndürülemeyen, söndürülmek istenmeyen orman yangınlarıyla ülkedeki ormanların denize nazır kısımları yakıldı.
“Hem koskoca, dünyanın akciğeri sayılan Amazon ormanları bile yanıyor” diyerek, rahatlamak için bahane bile bulacak akla sahibiz! Bu aklı 17 yılda edindik! Önceki aklımızla delirebilirdik, şimdi rahatız!
“Bir elimde cımbız bir elimde ayna, umurumdamı dünya” dizelerini yazmış milletiz!
Hani, bir elinde kılıç diğer elinde terazi tutan gözleri bağlı bir kadın var ya, üzerinde doğru dürüst bir giysisi de yok, işte o kadın dışında adaleti temsil eden kurum, kuruluş veya kişi kalmadı!
Yunan mitolojisinde tanrıça olan Themis’in temsil ettiği adalet daha önceleri kırık dökük yürürken, uzun uğraşlar sonunda yok edildi.
Buna rağmen bizler sokaklara çıkıp adalet arayabiliyoruz! Katledilen kadınlar için, iş cinayetleri için, çocuk ve kadın taciz ve tecavüzleri için, KHK’larla (Kanun Hükmünde Kararname) işten atılarak hak kayıplarına uğratılıp yaşamlarını sürdüremez duruma getirilenler için, olmayan nedenlerle ceza evlerine koyulup yılları çalınanlar için, çalınan geleceğimiz için adalet isteyebiliyoruz!
Kendimizi kandırıyor muyuz yoksa avutuyor muyuz? Henüz tam anlamda emin değilim ama yine de isteyebiliyoruz, hem de adaletin gelmeyeceğini bile bile!
Adalet sarayda oturuyorsa gecekonduya hizmet eder mi?
Defalarca söyledi. “gerekirse kayyım atarız, geri alırız” dedi. “Bir yolunu buluruz” dedi, “yanınıza bırakmam” dedi, “hesabını vereceksiniz” dedi, dinledik mi? Hayır!
İlk “ananı da al da git” dediğinde sustuk ya ip o zaman kopmuştu, bir daha tutamadık, peşinden boğa kovalarcasına hızla devirdi hepimizi teker teker!
Her devrilen için “çok şükür ki ben değilim” dedik ya içimizden, usulca ve içten içe gülümseyerek, her devrilenle devrildiğimizi, her ezilenle birlikte ezildiğimizi, her ölenle birlikte öldüğümüzü hissedemedik.
Hem de, “acı duyabiliyorsan canlıdır, başkasının acısını duyabiliyorsan insansın” cümlesini ezbere bilenler olarak hissedemedik!
Belki de hissetmek istemedik.
Belki de hissettik ama hissettiğimizi hissettirmedik.
Belki de korktuk, kafamızı kuma gömer gibi, görünmemek için içimize saklandık!
Acımasız olan zaman değil, bizlerdik. Fark etmedik. Var olan zulmü biz getirdik. Var olan acıyı, yokluğu, ölümleri biz getirdik. Gelmelerine izin vererek, kalmalarına izin vererek ve yapmalarına izin vererek biz getirdik!
Yine de unutmayalım ki her şeyin yok oluşu var oluşunun içerisinde gizlidir.
1956 Elazığ doğumluyum
1977 Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezunum
Siyasi nedenlerle öğretmenlik yapmadım
1980 sonrası 6 yıl kadar Diyarbakır, Eskişehir ve Antep cezaevlerinde tutsak kaldım
İşçi emeklisiyim