"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bir Başbakan’ın Cinayet Günü: 17 Eylül

‘‘Türkiye’ye on sene başbakanlık yaptım. Sekiz senemi Türk tarihi yazacak, iki senemi de dalkavuklarım. Oğlum Yüksel’in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın. Bizim gibi olmasın.’’

Adnan Menderes

Bugün günlerden 17 Eylül… Bundan tam 56 yıl önce, Adnan Menderes, bir hücumbota bindirilerek Yassıada’dan, İmralı adasına götürüldü. Bir gün önce Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan da burada idam edilmişti. Menderes’in bundan haberi yoktu ancak her şeyi anlamıştı. Artık son yolculuğuna çıkıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Başbakanı Adnan Menderes, 27 Mayıs 1960 günü yapılan askeri darbe neticesinde silah zoru ile iktidardan indirilirken, suçu ‘‘Anayasa İhlali’’ olarak zabıtlara geçti. Aslında bu Menderes’e karşı yapılan ilk darbe girişimi değildi. 6 Haziran 1950 tarihinde de böylesi bir darbe kalkışmasından yara almadan çıkabilen Menderes,  başta Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman ve bütün üst komuta kademesi olmak üzere 15 general ve 150 albayı re’sen emekliye sevk etmişti. Ancak bu sefer olmamıştı.

27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 4.00’te radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş, TSK olarak yönetime el koyduklarını ilan etti ve askeri darbenin sebeplerini bir radyo bildirisi ile halka duyurdu. Türkiye’de sivil otorite ve halk ne yazık ki silaha karşı boyun eğmek zorunda kalmıştı.

Peki, idam edilecek kadar büyük ne suç işlemiş olabilirdi ki Menderes?

Öncelikle ‘‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’’ hususunda CHP ile ters düşerek, parti içi muhalefet dolayısıyla partisinden ihraç edilince Demokrat Parti’yi kurdu. ‘‘Yeter! Söz milletin’’ diyerek ülkedeki hakim devlet partisi yapısını alt üst etti.

Başka ne mi yaptı?

Paralara mevcut Cumhurbaşkanı’nın resmi yerine, ülkenin kurucu lideri M. Kemal Atatürk’ün resminin basılması uygulamasını başlattı.

Türkçe okunan ezanın Arapça okunmasını da serbest bıraktı.

1951’de Kore’ye asker göndererek Türkiye’nin, 1952’de NATO’ya tam üye olmasını sağladı.

Marshall Planı’nın da katkısıyla ülkede yeni sanayi tesisleri kurulan Menderes döneminde, Türkiye’nin gayri safi milli hâsılası yılda ortalama yüzde dokuz büyüdü. Nitekim tüm bunlar sonucunda, Demokrat Parti, 1954’te yapılan seçimlerde oyların yüzde 57,6’sını alarak büyük bir zafer kazandı ki bu, Türkiye tarihinde demokratik bir seçimde bir siyasi parti tarafından ulaşılan en yüksek orandı ve bir daha da bu orana ulaşılamadı.

Dış politikada da önemli işler başarıldı. Kıbrıs konusunda 11 Şubat 1959’da imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırıldı.

Yahu! Menderes iktidarında hiç mi kötü şeyler olmadı derseniz, kötü şeyler de oldu tabi ki. 1955’ten itibaren başlayan dünya genelindeki ekonomik durağanlık ve aynı dönemdeki Kıbrıs görüşmeleri sonrasındaki 6-7 Eylül Olayları, Vatan Cephesi denemeleri, Menderes iktidarını çıkmaza sokan hususlardı. Tabi ki bunların hiçbiri darbe yapmayı meşru kılmamalıydı. Ama kıldı. Göstermelik yargı süreci başlatıldı. Gölge oyunu oynandı.

Anayasa ihlali başta olmak üzere sayısız ve mesnetsiz suçlamalar karşısında kalan Menderes ve yoldaşlarına (Polatkan, Bayar, Zorlu ve diğerleri), kendilerini savunma hakkı dahi tanınmadı. Öyle ki Mahkeme başkanı Salim Başol, Menderes’in, “Savunma hakkımız kısa kesiliyor” sözlerine “Sizleri buraya tıkan irade böyle istiyor’’ diyerek karşılık verdi.

Yassıada’da bu şartlar altında 9 ay boyunca 20’ye yakın davada kendini savunmaya çalışan Demokrat Partililer ile ilgili karar 15 Eylül günü açıklandı. Mahkeme Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, TBMM eski başkanı Refik Koraltan başta olmak üzere 15 sanık hakkında idam kararı verdi.

Menderes idam kararının verildiği gün hastalığı dolayısıyla duruşmaya katılamamıştı. İki gün sonra 17 Eylül sabahı Menderes’in odasına biri profesör iki doktor ve ada komutanı girdi. Doktorlar Menderes’i son kez muayene etti. İdam edilmesine karar verilen Menderes’e, prostat muayenesi yapan bu aşağılık zihniyete karşı Menderes, ‘‘İstirham ediyorum, yapmayın’’ dedi. Yaşanan bu işkencenin ardından, Menderes’e,  “Efendim sizi hastaneye götüreceğiz” dediler. Hastaneden kasıt idam sehpasıydı. Menderes, 17 Eylül saat 13.21’de İmralı Adası’nda idam edildi.

İdam sehpasına çıkarıldıktan sonra  ailesine ve milletine son sözleri ise şunlar oldu: ‘‘Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum…’’

Menderes idam edildikten bir gün sonra, evinin kapısına iki kâğıt asılmıştı. Kâğıtlardan birinde Menderes’in neden asıldığı açıklanırken, diğerinde ise cellâda ödenen para miktarı yazılıydı. O cellât ki, ipte sallanan Menderes’in ayakkabılarına bakarak ‘‘Bu ayakkabılar benim olacak!’’ diyebilen bir vicdan yoksunuydu. Aile, bunu da sineye çekerek cellâda verilen parayı devlete ödedi.

Velhasıl bu ülkeden bir Menderes gelip geçti. Merak ediyorum, 1990 yılında çıkardığı yasayla, Menderes, Polatkan ve Zorlu’ya itibarlarını iade eden TBMM, cellâda verilen parayı da iade etmiş midir?

Selametle…

Putları taşa tutmanın
Güçlüğünü geç anladım.
Delileri avutmanın
Hiçliğini geç anladım.

İhtiraslar dursun diye
Şehri sığdırdım köye
Her bedenin ayrı şeye
Açlığını geç anladım.

“Safkan” dedikleri atın
Ünü büyük pek çok zatın
Bir yerde ilmin, sanatın
Piçliğini geç anladım.

Su taşırken kalbur, file
Susmak gerekirmiş dile
Yazık… Geç kalmanın bile;
Geçliğini geç anladım.

(Abdürrahim Karakoç)