Yaş kemale erip, ömrün baharı usulca kışa dönerken anlarız ki, bu dünyanın en kıymetli hazinesi ne bir makam ne de bir hırstır. Aradığımız, o çocukluk safiyetinde bıraktığımız sarsılmaz bir liman, samimi bir dost yüzüdür.
Dost mu dediniz?
Bugünlerde pek de kolay bulunmayan bir şey!
Lakin, zaman geçtikçe dost bulmanın, o “gönül bağı”nı kurmanın imkânsız bir hedefe dönüşmesi, bu çağın en büyük imtihanıdır. Dostluklar, tıpkı taze fidanlar gibi, ruhumuzun henüz esnek olduğu gençlik çağlarında, büyümeye en müsait zamanlarda şekillenir.
Çocuklukta ne güzeldi!
Bir sabah küslükle başlayan oyun, akşam ezanıyla birlikte sıfırlanırdı. Dünün kırgınlıkları, yeni bir güne, yeni bir başlangıca mâni olmazdı. Tıpkı bir yaz yağmuru bulutu gibi gelip geçen anlık öfkeler, geride güneşli bir gökyüzü bırakırdı. Kalbimizin, kıştan yaza, hüzünden neşeye geçişini bu denli kolay yapan, henüz sertleşmemiş bir toprak parçasıydı. Yani o zehirlenmemiş, kirlenmemiş kalp toprağıydı.
Oysa yaş ilerledikçe, kırgınlıklar öyle anlık bir sis gibi dağılmıyor. Adeta yıllar süren tektonik hareketlerle oluşan dev kayalar misali, gönlün derinliklerine yerleşiyor. Unutmak zorlaşıyor, affetmek meşakkatli bir ibadet haline geliyor. Tam bu noktada affetmek öyle zorlaşıyor ki o dev kayalar üzerinize üzerinize geliyor sanki!
Bugünün insanı, modern hayatın içinde kaybolmuş, tam bir kapalı kutu! Herkesin üzerinde, ruhunun gerçek yapısını, görüntüsünü gizleyen bir maske var.
Evde başka, işte başka, lakin en acısı da sosyal medya denilen o yalan mecrada bambaşka bir kimliğe bürünmüş olanların hali pürmelali. Pürüzsüz ciltler, hiç yaşlanmayan suretler, sahte tecrübeyle şişirilmiş gençler… Oysa bunlar sadece parlatılmış birer rol ve o rolün arkasındaki benlik, giderek yalnızlaşıyor, ufalanıyor.
Nerede o çat kapı gidilen, hâl hatır sorulan komşuluklar?
Nerede o tek derdi derdini, sevincini samimiyetle paylaşacak güvenilir bir dost arayışı?
Ne acıdır ki, bir çay davetinde bile, hemen bir çıkar, bir menfaat hesabı arandığı bu çağda, dostluğun manası yara almıştır.
Misafirliğe gidip yatıya kalmak gibi, bir zamanlar sıradan olan o adanmışlık, o ulvi davranış, artık ulaşılamaz bir hedef, bir tabu olmuş. Eskiden küçücük evlere, o dar mekanlara ne kocaman yürekler ne geniş gönüller sığardı. İmkanlar kısıtlıydı ama gönüller alabildiğine sonsuzdu. O “fakirlik” denilen halin bereketiyle, evinde ne varsa ortaya koyan o cömert ruhlar, yerini banka hesabı şişkin olmasına rağmen bir tas çorbayı, bir farklı ikramı dahi veremeyen dar gönüllere bıraktı.
Vermeyi zorlaştıran, gönül darlığı hastalığına yakalanmışız.
Geçmişte kalan bu güzel değerleri, o derin vefa ahlakını özlemeyen var mıdır? Aynı mahalleden, aynı köyden, aynı yoldan, aynı sınıftan olmanın dahi dostluğun başlangıcı sayıldığı günler ne de güzeldi. Şimdi dostluklar büyük paralara, eşit ekonomik seviyelere bağlı. Menfaat varsa görünür bir dostluk var, menfaat yoksa selam dahi verilmez olmuş.
İşte bu noktada, yazımızın en can alıcı yerine geliyoruz.
Eğitim, gerçek eğitim, sadece diploma ve meslek kazandırmak değildir. Eğitimin asıl gayesi, o küçücük gönülleri büyütmek, menfaat kaygısından arındırmak ve insanı kemale erdirmektir.
Unutmamalıyız ki, geleneksel irfanımızda dostluk bir ahittir, bir emanettir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir medeniyetin evlatları olarak, bize düşen, çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken onlara gönül zenginliğini, fedakarlığı ve karşılıksız sevgiyi öğretmektir.
Kalbin cömertçe açılması, malın cömertçe verilmesi önemli ve kolay olmayan şeylerdir. Dostluğun kaybolduğu yerde, güven biter, toplum ruhu çöker. Bize düşen, yarınların dünyasında maskesiz, pürüzsüz değil; dürüst, vefalı ve gönlü geniş insanlar yetiştirmektir. Sosyal medyaya göre değil; gülen bir yüze, samimi bir selama değer veren bir nesil yetiştirmeliyiz.
Zira insan, ancak küçük değerlerin hayatı bağlayan en güçlü köprüler olduğunu idrak ettiğinde, yani kemale erdiğinde, olguşlaştığında gerçek huzuru bulur. Gönlümüzü geniş tutan, bizi Hakk’a ve halka yaklaştıran bir eğitimle, yitirdiğimiz o sıcak, samimi dostluklar iklimini yeniden inşa edebiliriz.
Bu, sadece bir temenni değil, üzerimize düşen en büyük ahlaki vazifedir vesselam!
Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.
