Bugün size, bir eğitimci olarak gönül teline dokunan bir konudan bahsetmek istiyorum. Çocuklarımızın başarısı uğruna farkında olmadan kurduğumuz o altın kafesten, yani “Süper Veli Sendromundan, “Süper Veli Kazasından, “Süper Veli Beklentilerinden” , “Süper Süper Velilerden“… Bu kazanın, sendromun gölgesi maalesef sadece velilerimizin üzerine düşmüyor. O, bazen biz eğitimcilerin koridorlarında, zihinlerinde, sınıflarda, toplantılarda, orada burada da yankılanıyor.
Bilirsiniz, bizler, Türk ve Müslüman aile yapısının sıcaklığını, koruyuculuğunu ve evlat sevgisini iliklerimizde hisseden insanlarız. “Evladım benden iyi olsun,” duasıyla büyüdük. Başarı, bizim için sadece iyi bir okul ya da yüksek bir not değil, aynı zamanda hayırlı bir evlat yetiştirmenin de bir göstergesi. Ancak ne zaman ki bu samimi sevgi ve beklenti, modern hayatın hızıyla ve eğitim sisteminin o meşhur, amansız sınav çarklarıyla birleşti, işte o zaman ipin ucu kaçmaya başladı.
İşte o günden sonra da “Süper Veli” profili oluşmaya başladı.
Hocam, bu “Süper Veli” de neyin nesidir?
Bakalım neymiş!
Şimdi gelin, biraz ayrıntılara bakalım. Bakarken de güler yüzle, ders çıkarmak niyetiyle şu “Süper Veli” portresini anlamaya gayret edelim.
O, çocuğunun okul çantasını hafta sonu bile boşaltmayan, her ödevin, her projenin başında “gölge koçluk” yapan kişidir. Yapmalı mı? Bir noktaya kadar ve çocuğun kapasite durumuna göre; evet, koçluk yapmalı ancak gölge gibi sürekli bunaltan bir takiple değil elbette.
Gölge koçlarımız sabah kahvaltıda bile deneme sınavı sonuçlarını masaya koyup, “Bak Ayşe Teyze’nin, Özgür Amca’nın oğlu/kızı yine tam yapmış yapmış,” göndermesini yapan, ince bir mizah, baskı, fren balata ustasıdır. Hafta içi okul, akşam özel ders, hafta sonu etüt…
Çocuğun takvimi, adeta bir CEO’nun ajandası gibi doludur. Ne zaman sorsak, “Öğretmenim, hiç boş vaktim yok, nefes alamıyorum,” der. Bu baskıyı, yoğun çalışmayı kaldırabilen ve bunu taşıyabilecek öğrenciler olabilir ancak büyük bir oran bunu kaldıramaz. Altında ezilir ve çocukluk hayalleriyle öylece kalır. Ne çocukluğunu yaşar ne de akademik bir başarıya imza atar.
Aman dikkat!
Bir de bu “süper velilerin” muadili öğretmenler arasında da “mükemmel öğretmen” tipleri olduğunu hatırlatalım. Peki, mükemmel öğretmenin gölgesi ve sınırları hakkında neler söylenebilir?
Evet, şimdi konuya içeriden bir gözle bakalım. Burada duralım ve öğretmenler neden böyle yapıyormuş anlamaya gayret edelim. Siz veliler olarak “süper gölge koç” olmaya çalışırken, biz öğretmenler de bu sistemin içinde bazen aynı hataya düşüyoruz.
Bizler de “mükemmel öğretmen” olma baskısını hissediyoruz. Velinin yüksek beklentisini karşılamak, okul yönetiminin başarı grafiği baskısı ve en önemlisi kendi mesleki hedeflerimiz, bizi bazen istemeden de olsa “Süper Veli’nin yardımcısı yapıyor.
Gereksiz yere ağır ödevler veren, öğrencilere “Bu sınıfın başarısızlığı benim başarısızlığımdır.” diyerek vicdan yükü yükleyen ya da teneffüsleri dahi ek dersle dolduran o “idealist” öğretmen profili, aslında biziz.
Böylece bizler, öğrencinin doğal öğrenme sürecine, keşfetme arzusuna ve hatta çocukluğuna –netler yükselsin telaşıyla- engel olarak, sizin omuzlarınızdaki yükü hafifletmek yerine, maalesef artırmış oluyoruz. Oysa bizim rehberliğimiz, sadece akademik başarıyı değil, “insan yetiştirmeyi” hedeflemeli.
İşte burada hepimiz aynı sistemde patinaj yapan arabalar gibi oluyoruz. “İnsan!”, ahlaklı insan, paylaşan insan, merhametli insan, büyüğünü küçüğünü bilen insan yetiştirmeliyiz.
O okul şunu yapıyor, şu etüt merkezi daha fazla ders, daha çok deneme yapıyormuş, şu okulda o kadar çok etüt saati varmış, bu kurs merkezinde özel ders, özel soru çözme saati vb. bunun sonu yok. Yukarıda söylediğimiz şeyi tekrar edelim. Evet, bunu yani bu çalışma temposunu hem zihnen hem de bedenen taşıyacak öğrencilerle bunlar neden yapılmasın?
Oysa biz yani veliler, öğretmenler, okullar, etüt merkezleri tüm çocuklara benzer baskıyı doğrudan veya dolaylı yönlerden kuruyoruz. Akademik anlamda çocuklara zaman kaybettiriyoruz. Bu süreçte de dershane, dershane… kurs, kurs…okul, okul… gezdirip duruyoruz. Çocuk, oyunla şekillenir, kendi haline düşüp kalkmalı, akademik başarısı yoksa mutlaka başka alanda başarısı vardır. Oralara yönlendirilmeli, o alanda kendine yol çizmeli. LGS, TYT, AYT havuzunda eriyip giden bir gençlik gelecekte kendini idare edemez duruma gelmesin, gelmemeli.
Biz istiyoruz ki herkes profesör olsun. Olmaz, olamaz. Gidişata ve düzene aykırı.
Kaybolan bir neslin yani öğrencilerimizin bu sessiz çığlığını görmek önce bize, velilere ve toplumun tüm paydaşlarına düşer. Aynı havuzda hepimiz boğulmamalıyız.
Değerli velilerim, meslektaşlarım, eğitim gönüllüleri, eğitim neferleri biliyor musunuz, bu aşırı baskı altındaki öğrencinin dünyasında neler oluyor?
Çocuğunuz, sizin “iyi niyetli” baskınızı, çoğu zaman “Şartlı Sevgi” olarak algılıyor. Başarısızlık, not düşüklüğü, onun gözünde sadece bir ders hatası değil, aynı zamanda sizin sevginizi kaybetme korkusu anlamına geliyor. “Benim notum, benim değerimdir,” diye düşünmeye başlıyor. Oysa biz Müslümanlar için makbul olan, gayretin kendisidir, sonuç değil ki bu gayret de doğru yönde olmalı. Yani çocuk yapabileceği şeylere gayret etmeli. Bu durum, maalesef çocuklarda performans kaygısı, motivasyon kaybı ve daha kötüsü “okul tükenmişliği” dediğimiz o karamsar tabloyu oluşturuyor. Çocuk, keşfetmekten, öğrenmekten zevk almak yerine, sadece sınav sonuçları için çalışan bir robota dönüşüyor.
Ne çalıştığını, niçin çalıştığını, ne olup bittiğini ve ileride nerelere geleceğini bilmeden körebe misali dönüp duruyor ya da duruyoruz demeliyim. Hepimizin içinde olduğu WhatsApp grupları, bu sendromun bu kazanın ve bu baskının en canlı sahnesi.
Burada bir velimiz “Öğretmenim, şu denemenin optiğini hemen atar mısınız? Çocuğumun netini bekleyemiyorum,” diye aceleci hırsını gösterirken; bir diğeri gece yarısı “Arkadaşlar, X Hoca’nın verdiği ek ödevleri kimler yaptı?” diye telaşla komşunun çocuğunu kontrol ediyor. Ya da o meşhur cümleyle, “Sınıf ortalaması kaç? Bizimki düşük, sanırım sadece bizimki çalışmıyor,” diyerek ince gönderme ve kıyaslama zirvesi yapılıyor. Bu guruplarda daha neler yazılıyor neler!
İşte tam bu anlarda, sizler birbirinizi tetikleyerek, aslında kendi çocuğunuzun üzerindeki baskı ateşini daha da harlamış oluyorsunuz. “Keşke yapmasaydım,” dediğiniz anlar, o gruplardaki “sanal rekabetin” içine çekildiğiniz anlar olmalı.
Peki, çözüm ne?
Keşke şöyle yapsaymışım, dediğimiz noktada, neler söylenmeli? Evet, şimdi onları söylüyorum. Başarıya giden yol, öncelikle huzurlu ve mutlu bir aile ortamından geçer. Bu yüzden hedefi “hayırlı evlat” olmasınaodaklayın, “dereceye” değil. Çocuğunuzun emeğini, gayretini ve karakterini takdir edin. “Sen bizim en değerli varlığımızsın, notların değil,” diyerek onun psikolojisini sarsılmaz bir bina gibi inşa edin.
Unutmayın ki kıyaslama zehrini evinize sokmamalı, “Bizimreferansımız, çocuğumuzun dünkü hali olmalı,” demelisiniz, zira her çiçek farklı açar. Ayrıca, çocuğunuza “boş zaman” verin. Bırakın canı sıkılsın, sıkıntıdan icat çıkarsın çünkü boş zaman, üretimin ve hayallerin ve kendini keşfetmenin olmazsa olmazıdır. Son olarak, veli gruplarındaki hırslı paylaşımlar yerine, enerjinizi sağlıklı bir iletişim köprüsüne harcayarak öğretmeninizle ortak olun, rakip değil. Durumu kabullenmek çözüme giden en önemli adımdır. Çocuğun bir hatası varsa o hatayı kabul etmek işleri kolaylaştırır.
Biz eğitimciler olarak da bu baskı çarkından çıkmalıyız. Kendimize şunu sormalıyız, soruyoruz da. “Ben bu ek ödevi, çocuğun ihtiyacından mı veriyorum, yoksa veli memnuniyeti ve başarı kaygısından mı?” Öncelikle, “mükemmel öğretmen” olmaktan vazgeçmeli, “etkili rehber’” olmayı hedeflemeliyiz.
Ders programını “koşturma” mantığından çıkarıp, “derinleşme ve kavrama” odaklı hale getirmeliyiz. Ayrıca veli toplantılarında ve iletişim gruplarında sadece eksikleri değil, her öğrencinin gelişim gösterdiği alanları vurgulayarak veli beklentisini makul seviyeye çekmeli, bu sayede velinin de aşırı baskı kurmasının önüne geçmeliyiz. Unutmayalım, eğitim sistemimizin hedefi “iyi bir insan yetiştirmektir.”
Kesinlikle “iyi bir test çözücüsü” “sınav koşucusu” değil.
Değerli anne babalar ve kıymetli meslektaşlarım,
Unutmayın!
Sizin sevginiz ve kabulünüz, çocuğunuzun en yüksek notudur. Gelin, şu “süper veli” ve “mükemmel öğretmen” kostümlerini usulca çıkaralım. Onlar, ağır ve sıkan kıyafetler. Onun yerine, çocuğumuzun hayatına huzur ve güven aşılayan, Gerçek veli ve gerçek rehber olalım. O zaman göreceksiniz ki, sırtındaki yük hafifleyen o çocuk, kanatlarını çok daha yükseğe, kendi istediği göklere doğru açacaktır.
Bir öğretmeniniz ve aynı zamanda bir veli bunları kaleme aldı, vesselam!
Selam ve dua ile.

Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.