Ödev de Ne ki? Amaç mı Yük mü? Bir Öğretmenin/Velinin Penceresinden…
Değerli velilerimizi, sevgili öğrencileri, meslektaşlarımı ve eğitime gönül veren her bir ferdi selamlıyorum.
Biz, bu ülkenin binlerce sınıfından birinde, her sabah umutla sınıfın kapısını açan bir öğretmeniz. İstanbul’un o karmaşık, hızlı ve yorucu temposunda önceden belirlenen programları, her bir çocuğun kalbine ve zihnine ulaştırmaya çalışan milyonlarca eğitim neferinden biriyim, biriyiz.
Sizin gibi koşturan, heyecanlanan, bazen üzülen bazen sevinen, kitap okuyan, çay, kahve doğal meyve suyu içmeye gayret eden, yazmaya çalışan ve karıncaların verdiği mücadeleye kulak veren biri olarak da tanıyabilirsiniz.
Sözüm, bugün hepimizin hayatının bir yerinde duran, bazen bir kurtarıcı bazen de bir kâbus olan o tek kelimeye: Ödev.
Hem öğretmen olarak ödev hem de anne baba olarak ödev konusuyla yüz yüzeyiz. Her ikisini de yaşamış ve yaşamaya devam eden biri yazıyor yani.
Okul zili çaldığında, sınıflar boşaldığında sanmayın ki görevimiz bitti. Hayır, tam o an, asıl hikâye başlıyor. O küçük sırt çantalarının içindeki defterler, evlere taşınıyor. Ve işte o noktada, sadece bir eğitim meselesi olmaktan çıkıp, bir aile meselesine, bir vicdan meselesine dönüşüyor, ödevler.
Ödev, fayda mı yoksa aile içi huzursuzluk kaynağı mı?
Yıllardır hem öğrencilik hem de öğretmenlik, biraz da velilik yapan biri olarak biliyorum ki, ödevin asıl ve kutsal bir amacı var: Tekrar, pekiştirme ve sorumluluk bilinci kazandırmak.
Okulda anlatılan temelin üzerine bir kat daha çıkmak, öğrenilen bilginin zihinde tortulaşmasını, pekişmesini sağlamak. Bir öğrencinin, kendi başına masa başına oturup, bir konuyu kendi çabasıyla çözdüğünde yaşadığı o “Aaa, anladım!” “Aslında hiç de zor değilmiş!” “Keşke derste daha iyi dinleseydim!” “Bu kadar da kolay olamaz!” “Evet, gerçekten de anlayınca mutlu oldum!” anının paha biçilmez değerini biliyorum. O an, çocuğun kendine olan güvenini inşa eden en sağlam harçtır.
Yani mesele sadece ödevi yapmış olmak değildir. Öğrencinin özümsemesi, çıkarım yapması, ona vakit ayırması, sorumluluk almasıdır ve daha fazlasıdır. Alınan sorumluluklar sadece derse değil onları hayata hazırlayan durumlardır. Olaya bu açıdan baktığımız zaman serzenişler azalacaktır.
Peki, günümüzde “ödev” kelimesi neden bu kadar gerginlik oluşturuyor? Neden yorucu bir İstanbul trafiğinin ardından eve gelen ebeveynin ilk karşılaştığı şey, çözülemeyen bir matematik problemi yüzünden ağlayan bir çocuk oluyor?
İşte tam bu noktada, hepimizin elini vicdanına koyması gerekiyor.
Öğretmenler olarak bizler, bazen o programları yetiştirme telaşıyla, “çok ödev eşittir çok başarılı öğrenci” yanılgısına düşebiliyoruz. Ama unutmamalıyız ki, bir çocuğun hayatı sadece okuldan ibaret değil.
Oyun zamanı, aile yemeği, parkta koşturma hakkı da var. Çokluk, niteliğin düşmanıdır. Yığılmış, fotokopi kokan, anlamsız sayfalar dolusu ödev ne pekiştirme sağlar ne de sorumluluk. Yaptığı tek şey, çocuğu dersten soğutmak ve yorgun bir veliyi “öğretmen” rolüne zorlamaktır.
Evet, veli olarak bunları yaşadım hâlâ yaşıyorum ancak bu hiç sorumluluk olmayacak anlamına da gelmiyor elbette!
Bizler aile olarak “mükemmeliyetçi” olmayı seven velileriz. Bunu da iç muhasebe olsun niyetiyle buraya not düşüyorum.
Bizdeki aile yapısı, yani aileler çocuğu için fedakarlığın zirvesini yaşar. Veli, çocuğunun başarılı olması için kendi uykusundan, kendi dinlenmesinden feragat etmeye hazırdır. Ancak bu sevgi ve fedakârlık, bazen “mükemmeliyetçilik” baskısıyla birleşince, ödevi bir işkenceye dönüştürüyor.
Değerli velilerimiz öncelikle ödev, SİZİN göreviniz değildir!
Bir veli olarak bizim, sizin göreviniz, uygun ortamı hazırlamak, çocuğu motive etmek ve zorlandığı yerde yol göstermektir. Ancak ben biliyorum ki, çoğunuz o ödevleri çocuğunuzun yerine yapıyor. “Yapsın da öğretmeni görmesin”, “Yanlış yaparsa notu düşer” kaygısıyla, o kalemi elinize alıyorsunuz. Ben de aldım o kalemi elime veli olarak.
Ancak bu devede kulak, çölde vaha miktarını geçmemeli. Çocuk ödevle yüzleşmeli, zorlanacak, bunalacak, yapmak istemeyecek, tepkisel yaklaşacak ancak o sorumluluğu öğrenecek, öğrenmeli. Öbür türlüsü çocuk sonra genç olur ve onun her işini hala siz yapmaya devam edersiniz.
Bunu yaptığınız an, aslında çocuğunuzun en değerli öğrenme fırsatını, yani hata yapma ve hatadan ders çıkarma hakkını elinden alıyorsunuz, alıyoruz. Ona, zorlandığında başkasının gelip işini bitireceği mesajını veriyorsunuz. Sorumluluk bilinci, böyle kazanılmaz. Lütfen, bırakın çocuk o ödevi eksik de yapsın, yanlış da yapsın. Bırakın o yanlışı sınıfa getirsin ki, biz öğretmen olarak onun nerede zorlandığını doğru şekilde görebilelim ve müdahalemizi yapalım.
Peki, ödev sistemi nasıl olmalı?
Ödev kavramının bu dijital çağda ve bu karmaşık toplumsal yapıda mutlaka dönüşmesi gerekiyor. Eğitim sistemimizin, bu gerçeği görerek daha esnek ve öğrenci merkezli bir yaklaşıma ihtiyacı var. Şunlar olabilir:
Ödev, artık sadece kâğıt üzerinde bir tekrar olmamalı. Nitelik önemlidir, az olsun, öz olsun. Bilgiyi ezberletmek yerine, düşündürmeyi ve araştırmayı teşvik eden, hayal gücünü, el becerisini, merak unsurunu kullandıran, belki bir röportaj yapmasını, belki bir deney düzeneği kurmasını isteyen türde ödevler olmalı.
Bu her derse göre değişir. Ancak hangi ödev olursa olsun öğrencinin çabası esastır, öyle olmalı. Fırsat ve zamana, okula, öğrenciye göre de bazı şeyler denenebilir. Farklılaştırma şarttır. Her öğrencinin öğrenme hızı ve ilgi alanı farklı. Aynı sınıfın içindeki Zeynep ile Ali’ye aynı ödevi vermek, her ikisine de haksızlıktır.
Öğrencinin seviyesine göre seçmeli ödevler sunmalıyız. Ama bunun için henüz hazır değiliz. “Hadi yapalım!” demekle hemen olmuyor. Öğretmenin de bir iş yükü var zaten. Siz değerli velilerimizin olduğu gibi. Velilerimizi, ödevin yapımına değil, ödev sayesinde ortaya çıkan öğrenme sürecine dahil etmeliyiz.
Örneğin, “Bu hafta öğrendiğiniz konuyu ailenize 5 dakikalık bir sunumla anlatın” “sınıfta dinlediğin hikâyeyi üç kişiye anlatın. Kendinizden de bir şeyler katarak ana fikri bozmadan anlatın. Bu ödevler, görevler, sorumluluklar aile bağını güçlendirirken aynı zamanda bilgiyi pekiştirir.
Son söz olarak omuzlarımızdaki ortak sorumluluğu bilelim. Çocuklar ne sadece sizin ne de sadece bizim. Onlar hepimizin geleceği, sorumlulukları başka yerlere yüklemeye çalışmanın kimseye yararı olmayacaktır. Ararsak hepimiz bir suçlu buluruz, bu en kolay iş.
Değerli velilerim, kıymetli meslektaşlarım, eğitime gönül veren dostlar, büyükler, küçükler…
Eğitim, hepimizin ortak paydası, çocuklarımız ise en değerli mirasımız. Ödev, bir zaman çizelgesinin üzerindeki bir “yapılacaklar” listesi değil; çocuğumuzun disiplin, sorumluluk ve bireysellik yolculuğundaki pusulası olmalı.
Gelin, bu yeni eğitim-öğretim yılında, ödevi bir yük olmaktan çıkarıp, amacı belli, net ve keyifli bir öğrenme aracına dönüştürelim. Bizler öğretmen olarak, sınıfta üzerimize düşeni yapmaya zaten hazırız. Sizlerden ricamız, evde sadece güven ve sevgi dolu bir destek ortamı hazırlamanız. Gerisini, o pırıl pırıl zihinler ve bizim, sizin, idarenin, uzmanın rehberliği halledecektir.
Unutmayalım, amacımız sadece karnesinde “90-100” yazan çocuklar değil; hayatı seven, insanı yücelten, seven, sevilen, merak eden ve zorluklar karşısında kendi çözümlerini üretebilen sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmektir.
Bu, ancak omuz omuza, samimiyetle mümkün olur.
Bugün ödev yok, bugün sadece mutluluk biriktirme vaktidir, selam verip tebessüm dağıtmak ve bulutların neden yağmur taşıdığını anlamaya çalışma vaktidir.
Suçlu aramadan, söylenmeden, oflayıp puflamadan sadece söyleyip yaparak yol almalıyız vesselam!

Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.