Yazıya başlarken hangi kelimeyi seçeceğimi bulmakta zorlanıyorum. Pekala güncel konular üzerine yazılar yazmakta istememenin büyük bir etkisi olacaktır. Hapislik olmakla, fikren tutsak kalma ikileminden yalnızca birini tercih etmek ise oldukça zor bir durum. Ama bir dipnot düşecek olursam, bu bir ekonomik durumu analiz yazısı değildir. Çünkü zatı alim sadece bir ekonomi okuru olabilir. Keza birkaç tane kitap devirmiş olmakla beraber haddimde durmayı tercih ediyorum.
Memlekette delirmenin her türlüsüne rastlamak mümkün. Birbirinin ağzına telefon sokan ile başlar ve son bulmaz bir meziyettir. Öylece devam eder. Konuşmak, anlaşmaya çalışmak masraflı bir meseledir. Keza zahmet edip birbirimizi dinlemiş olacağız ve sonunda aynı noktada birleşebilme ihtimalimiz olabilir neme lazım der gibi yaşıyoruz.
Dünya pandemi öncesinde eksi (-) faizlerle borçlanma yarışına girmişti. Bunun temel birkaç sebebi var ama en önemlisi sonucun bize ifade ettiği. Eksi faiz demek ben dünyada üreten, kaliteye değer veren; ortalama bir hukuku ve eğitimi olan bir ülkeyim demektir. Ve sonucunda sonucu olarak benden 100 dolar borç alırsan birkaç yıl sonra 90 dolar olarak ödeyebilirsin demektir. Yani bu demek oluyor ki borcunun belirli bir yüzdesini senden almayacağım. Türkiye’de bu oran o dönemlerde bağımsız olmayan bir kurumun yaptığı açıklamaya göre %19’luk bir artı (+) faizlik durumu tekabül ediyordu. Yani bu da demek oluyor ki benden 100 Türk Lirası alırsan borcunun iadesi olarak bana 119 Türk lirası vereceksin. Özetini gözler önüne serdiğim süreç, dediğim üzere pandemi öncesinde olan bir durumdu. Bu dönemde dolar 7 Türk Lirasının üzerinde seyrediyordu.
Şimdilerde ise: Mein Land Fliegt. Bir Alman deyimi olarak benim ülkem uçuyor.
Bütün bunların ışığında sadece bir soru sormak istiyorum. Biz bunu hak ettik mi? Cevap hakkımı saklamadan bağıra bağıra ifade etmek gerekirse evet evet evet. Biz şu anda yaşadıklarımızın hepsini harfi harfine, saniyesi saniyesine hak ettik. Hatta daha kötüsüyle beraber. Bu saygıdeğer toplum babasına vermeyeceği yetkiyi bir şahsa verdi. Kendi hür iradesi ile demokrasiden otokrasiye geçmeye varım dedi. Şimdi ise bağırıyorlar açlıktan ölüyoruz diye. Tek suç bu mu? Tabi ki de değil…
Ekonominin kötü olmasının en büyük sebebi sayın Erdoğan’ın ben her şeyi biliyorum ve ona göre müdahale ediyorum savıdır. Ama sadece bir sebeptir. Demokrat Erdoğan’dan otokrat Erdoğan’a dönüşümünde bu toplumun dünden bugüne yığınla yaptığı yanlışların payı vardır. Ve bugünkü ekonomik çaresizliğin asıl maktulleri bizleriz. Bizler efsanelere inanmayı seçmeseydik bugün bu halde olur muyduk? Bir toplum bütün benliğini bir kişiye emanet edebilir mi? Hele ki bilginin ayan beyan bir şekilde gözler önünde olduğu, doğru ile yanlışın daha seçici olduğu bir çağda bu yapılabilir miydi? Biz geleceği yani yarını hiç hayal etmedik sadece ama sadece dünün kötülüklerinden kaçmaya çalışıp bugünü idare etme çabasına girdik. Ve K. Marx’ın deyimiyle: “İnsanlar kendi tarihlerini yaparlar, ancak onu sadece istedikleri şekilde yapmazlar; onu kendi seçtikleri koşullarda değil, aksine doğrudan geçmişten gelen koşullar altında yaparlar. Tüm bu ölü kuşaklar geleneği canlı beyinde bir karabasan gibi ağırlığını hissettirir.”
Bu gelenekten bir saniye bile uzaklaşmadık. Geçmişimiz ile yüzleşmenin veya hesaplaşmanın derdine düşmedik. Bugün de karnımız tok sırtımız pektir dedik/diyoruz ve diyeceğiz. Çünkü biz toplum olarak egolarımızın esiri olmuş durumdayız. Eğer toplum mühendisliği yapıyorsam sizlerden affımı istiyorum. Lakin maksadım bir şeyin anlaşılmasına vesile olmaktır. Şu anda bu toplumun içinde bir birey olarak hissettiklerim ve gördüklerim var. Bunlardan birincisi herkes kolaya kaçıp bir kişiyi ve bir zümreyi suçlamanın derdinde. Oysa bunun adı kolaycılıktır, korkaklıktır ve özüyle çürümektir. Çürüyen hiçbir toplum kendi geleceğinde söz sahibi olamaz. Kafamızı kuma gömmeyi bırakıp gerçekleri konuşmak zorundayız. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yaptığımız hataları saptamak ve geçmişin gölgesinde yeni bir gelecek umudunu yeşertmek zorundayız.
Aksi takdirde…
Değişmeyecek, Erdoğan gidecek daha beteri gelecek. Değişimin tek bir yolu var el ele verip kötülüğe karşı bilgiyle savaşmak. Olaylara bizim gibi bakmayan insanların isteklerini anlamak. O zaman ekmek daha ucuz olacaktır. O zaman daha yaşanılabilir bir ülkemiz olacaktır.
Erdoğan’ı anlıyorum, hiç kimseye güveni olmayan bir lider artık. En yakınına bile şüphe ile bakıyor. Halkı ile kavga ediyor. Kendisine ben onlarca sınava girdim diyen öğrencilere fırça çekiyor. Hatta şu anda yazdığım basit bir yazıyı bile kendisine tehdit olarak görebilir. Keza demokrasiden uzak olduğunu hissediyorsa görmelidir. Biliyoruz ki ekonominin esinden bile anlamıyor. Biliyoruz ki onun derdi halkı yoksullaştırıp kendine muhtaç hale getirip padişahlığını aleni bir şekilde 21. yüzyılın dünyasında ilan etmek. Onun derdi ekonomi falan değil. Tek derdi var egonomi. Egosunu tatmin etmenin, yanında 5’er 6’şar maaşlı çalışanını kaybetmemek. Onun derdi biz değiliz. Lakin diğerlerinin de ondan kalır yanları yok. Kapitalizm hepimizi esir aldı. Yaptığı bütçeyi halkına anlatma ihtiyacı hissetmeyen, meclis bütçe görüşmelerinde yer almayan bir liderin tek derdi vardır, o da egosunu ve makamını tatmin etmek.
Bunun için biz değişmeliyiz. Umarım değişiriz ama pekte bir umudum yok.
Kitap önerisi: Beyaz Geceler, Dostoyevski.
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).