"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kadın Tanrılardan Bugüne

8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları isteğiyle greve başlamıştır. Polis saldırıya geçerek grevci işçileri fabrikaya kilitler. Ve işçilerin kilitlendiği fabrikada çıkan yangın sonucu çoğu kadın 129 emekçi can verir.

Bu insanlık suçu katliam, sadece kadınlara karşı değil, kadın-erkek ayrımı yapmadan tüm emekçilere karşı işlenmiştir. Bu nedenle de emekçiler bu kara günü dünyanın her yerinde toplantı ve gösterilerle yıllarca protesto edilmişlerdir. Birleşmiş Milletler de ancak 1977’deki bir kararıyla: 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” ilan etmiştir.

Madem ki kadınlar günü, biz de biraz kadınları değersiz gören, ‘hiç’ sayan, öldüren, sömüren ve acılar içinde çaresiz bırakan erkek egemen anlayıştan söz edelim.

Erkek egemenliği sadece bir ya da birkaç ülkede değil tüm dünyamızda var!

Bu demek ki, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, yok sayılmış!

Ancak bilinmesi gereken önemli bir sorun daha var, bu da: kadın nüfusun büyük çoğunluğu eşitsizlik ve haksızlıkları ‘benim kaderim’ diye kabullenmiş olmasıdır. Bu durum da sorunun çözümünü engellemektedir.

O halde kadını ‘hiç’ sayan ‘erkek egemen’ anlayış ile ‘ben varım’ diyemeyen ‘kaderci kabullenmiş’, sadece kadınlara değil tüm insanlığa zarar vermektedir.

Dedim ve kendime sordum:

“Peki bu iki sorunun tarihsel temelinde neler var?”

Konuyu araştırdıkça pek çok kaynak olduğunu görünce, ben de daldan dala atlayışla aşağıdaki özeti hazırladım:

Meğer, bugünkü erkek egemen düzene baş eğen kadınların büyükanneleri; Ana soyunun hâkim olduğu ‘anaerkil’ toplumlar kurmuşlar. Burada kadınlar: doğuran, besleyen, verimlilik sağlayan ve hayatın kaynağı olduklarından toplumun öznesi saymışlar.

Ve ‘Ana Tanrıça’ olan: Kybele, Artemis, Demeter, Astarte, Isis, Afrodit, Venüs…’e tapmışlar.

Ancak kazılarda bulunan tarihöncesi objelere de erkek egemen anlayışın sansür uyguladığı görülmektedir. Bu nedenle kitaplarda, Kadın tanrılara en çok bir-iki satır ayrılır, ya da onların sözü bile edilmez. Bulunan objelerdeki kadın gücü ve yiğitliğine dair bilgiler de ‘eril’ (erkek) niteliklere bezenerek; bir savaşçı, avcı, yiğit asker ya da keskin nişancı olarak tanıtırlar.

İşte bu sansürlenmiş belgelerden aşağıdaki bilgileri derleyebildim:

Hammurabi kanunlarında, mülkiyet ve miras hakkı olan kadın. kocası onu ihmal ettiğinde baba evine dönebilir. Tekeşlilik esastır, ancak kısırlık halinde ikinci eş alabilir.
Hitit yasalarında kral ve kraliçe eşittir, kadınların çokça hak ve işlevleri vardır. Kadeş Antlaşması’nda Hitit kralının yanında kraliçenin de mührü bulunmaktadır.

Eski Yunan’da kadınların hiçbir politik hak ve yetkisi yoktur. Miras erkek çocuğundur. Tek kadınla evlilik temel ilkelerdendir. Evli kadının sadakatsizliği büyük suçtur. Dinî ayinlere kadınlar erkeklerden ayrı otururlardı. Kadın için en yüksek ve onur verici iş rahibe olmaktı.

Eski Roma’da kadınlar rahibe olmaktan başka hiçbir görev ve hak tanınmamıştır, Kadın evlenerek baba hâkimiyetinden koca hâkimiyetine geçiyordu. Kız çocuk, aile dinini devam ettiremez diye pek makbul sayılmıyordu.

Eski Hintliler’de kadının hiç değeri yoktur. Kadın kısır olur veya hep kız doğurursa kocası onu bırakabilir. Manu Kanunnâmesi’ne göre: kadının görevi çocuk doğurup yetiştirmek ve ev işlerine bakmaktır. Kadın bir erkeğe bağlıdır, kendi başına karar alamaz, evlenmeden önce babasının, evlendikten sonra kocasının, dul kalınca da oğlunun sözünden çıkamaz onlara itaat eder.

Eski Türkler’de ataerkil aile tipi hâkim ise de Hakan Bilge Hatunla birlikte devleti yönetmektedir.

Budistler’de kadınların erkeklerden daha aşağı olduklarından bazı makamlara gelemez, öğretmen ve ruhanî rehber olabilirler.

Konfüçyanizm genelde ataerkil bir dindir, bu sebeple kadın ikinci sıradadır ve kutsal metinler kadınlara olumsuz yaklaşırdı.

Yahudilik-Hristiyanlık-İslam kısmen bildiğimiz, inandığımız, okuduğumuz dinlerlerdir. Özet olarak diyebiliriz ki, bu dinlerde kadın-erkek eşitliği yoktur, her zaman öncelikli olan erkektir. Kadının hakları ancak, kocası, babası veya oğlunun uygun gördüğü kadardır. Ve kadın; doğuran, çocuk besleyen, büyüten, iş yapan bir cinsellik ve süs nesnesi kabul edilir.

***

Görüldüğü gibi anaerkil topluluklarda kadın kutsal, saygın ve önceliklidir. Ataerkil topluluklarda kadın kutsallığını, saygınlığını ve gücünü kaybetmeye başlar, bazen erkelerle eşit hakları olsa bile genelde erkeğe bağlı ikinci konumdadır, bazen de hiçbir hakkı ve değeri olmaz.

Bilim insanları, yöneticiler, tüm sosyal toplum örgütleri acil olarak kadın-erkek eşitliksizliğinin nedenlerini araştırmalı ve bu dengesizliği giderecek çözümler bulmalıdır.

Bazı alışkanlıklar kolayca son bulmaz ya! Haydi diyelim ki erkek egemen anlayış son buldu!

Bu da tek başına bu toplumsal sorunu çözemez!

Eğer ‘bu benim kaderimmiş’ diyen kadınlar, bu anlayışlarını bırakıp ‘hakkımı isterim’ diyen birer özne, birer paydaş olup çözüm için katkıda bulunmazsa çabalar yine sonuçsuz kalır.

Demek ki, susup eşitsizliği kabullenilmiş olanların da ‘hakları’ konusunda farkındalık kazanmaları ve istekli olmaları gerekir.

Bunlar haklarını alınca da: “Demek ki benim bu haksızlıkları kabullenmem akla, mantığa ve insani değerlere uygun değilmiş.” -diyerek mutlu olacaklar.

Ataerkil bir anlayışla yönetilen dünyamızda bir avuç azınlığın çıkarları esas alınır. Bunun için tüm emperyalist işbirlikçi zalimler el ele vererek dünya halkları ve onların değerlerine savaş açarlar. Öldürür, yakar, yıkar, sömürür acılar yaşatırlar.

Ömür boyu eşitlik, özgürlük, barış istedim ben. Eğer birisi benden anaerkil ile ataerkil anlayışlar arasında bir seçim yapmamı isterse, eşitlikçiliği savunmam! ‘Yüzde elli artı bir’ oyla anaerkil anlayışın kazanmasını isterim.

Çünkü ben bilirim ki kadın yönetirse, savaş olmaz barış olur ve kadın eli dokununca doğa dal verir yeşerir, bolluk, sevgi, neşe, huzur, mutluluk, olur.

Emin Toprak – DOSTÇA