"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yönetemiyor!

Prof. Dr. Naci Görür, yıllarca üniversitede ders vererek, etkili anlatım gücü kazanmış bir bilim insanıdır.

Söyleşilerinde depremlerin bilimsel oluş nedenlerini, faylarının hangi yıllarda kırılıp kaç şiddetinde depremler ürettiğini ve hangi kentlerimizde kaç şiddetinde depremler beklendiğini herkesin anlayacağı bir dille anlatır.

Bu uyarıcı anlatılarında özetle: “Deprem engellenemez bir gerçektir. Depremin zararlarını ancak, deprem dirençli köy ve kentlerin yapılmasıyla en aza iner.” -demektedir.

İki yıl önce Elâzığ depremi olduğunda da: “Aman ha Maraş-Hatay hattına dikkat ediniz, orada çok büyük bir enerji birikimi var!” diye günlerce uyarmıştı.

İki yıl sonra belirtilen Maraş-Hatay hattında 4 ana ve binlerce artçı depremi oldu!

13 milyon insanın yaşadığı bölge enkaza döndü, çok sayıda ölüm ve büyük acılar yaşandı, yaşanacak da.

Deprem bölgesine 90 ülkeden de yardım ekipleri geldiği halde, ülkemizin kamu kurumları ‘gidiniz’ emirini geç aldıkları için can kurtarma, kurtulanlara sağlık, güvenlik, barınma, beslenme, iletişim gibi öncelikli hizmetlere ancak 2-5 gün sonra ulaşabilmişti. Oysa bu tür felaketlerde ilk 24 saat çok çok önemliydi.

Bugün depremin 20. günü ve hâlâ çok sayıda insanımız çadır ve tuvalet bekliyor!

Bu ‘tek adam’-‘tek merkez’ anlayışının ne kadar yetersiz ve hantal olduğunun göstergesiydi.

Birden anımsadım!

Hani onlar her eleştireni ve karşı çıkanı ‘not’ alıyorlar ya!

O halde ben de bu 21 yıllık iktidarın geçmişi için bir parantez açmalıyım!

İşte açtım bile:

(İktidarının en etkili kişisi Erdoğan; ‘Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ için halktan oy isterken:

“Bizim geleceğimizi, biz belirleyeceğiz. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin … göreceksiniz” demiş ve istediği oyları da almıştı!

Demiş, istediği oyu almış sonra da neler neler olmuştu:

Yasama, yargı, yürütmenin tüm yetkilerini tek kişiye veren ‘Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ kurulmuş!
Ülke kaynaklarını hor kullanarak; yol, tünel, havaalanı, şehir hastaneleri yapılmış!
Birileri kazansın diye orman, tarım ve deprem toplanma alanları imara açılmış!
‘Bazı’ müteahhitlere 30 -40 yıllık kapitülasyon hakları verebilmek için en az 192 kez ihale yasası, defalarca imar ve vergi yasaları değiştirilmiş!
Ülkemiz, dünyadaki kara para ve mafya için güvenli bir liman olmuştu!
Bence bu kadarı yeterli artık parantezi kapatalım).

Halkımız bunlar benzeri sayısız zorluğu yaşadı!

Tabii ki bu uygulamalardan zarar gören ve vicdanen rahatsız olarak yazıp, çizip anlatarak karşı çıkanlar da çoğaldıkça çoğaldı.

En tepedeki tek kişi ve onun şemsiyesinde ‘dokunulmazlık’ zırhına bürünenler de yönetemediklerini anladıkça; korku, öfke, panik içinde ‘karşı’ olan hemen herkesi parmak sallayarak ötekileştirir, tehdit eder ve onlara:

“Sen kimsin be! hain, terörist, sürtük, çürük, terbiyesiz, vicdansız, ahlaksız, adi… gibi argoda bile çok az kullanılan sıfatları yakıştırıyorlardı!

Nazım Hikmet, böylesi bir psikolojiyi şöyle tanımlıyor:
“korkuyla tutuşup /korkuyla yanarak /durup dinlenmeden konuşuyor.”
Bu baskı-korku ikliminde iki kutba ayrılan nüfusun yüzde 70’i ‘öteki’ sayılmıştı!

İşsizlik ve yoksulluğun üstüne bir de 6-7 Şubat depremi eklenmişti:

Tek kişinin, deprem için gerekli önlemleri almadığı, insanı yaşatan, hasarı azaltan organizasyonları ve araç-gereçleri sağlamadığı ve ülkenin yönetilemediği ortaya çıkmıştı!

Görüntü şöyleydi:

İçişleri bakanlığına bağlı AFAD’ın ekipsiz, çadırsız, Çevre Şehircilik bakanlığına bağlı kent merkezleri harabeye dönmüş, Ulaştırma bakanlığına bağlı, iletişim, yollar ve havaalanları işlevsiz kalmış, Enerji bakanlığına bağlı su, elektrik, doğalgaz sistemi çökmüş olduğu apaçık ortaya çıkmıştı.

Böyle bir durumda eğer insanlık değerlerinin gereği yapılsaydı işin sorumlusu olan bakan ve bürokratlardan birkaçı ortaya çıkıp:

“Benim bu işte sorumluluğum var, ben bu acılara katkı verdim, istifa ediyorum” -derdi, Aradan yirmi gün geçti hiçbir ses seda yok!

***

Yönetim şimdi de depremin yıkım, acı ve yaraları için plansız, programsız olarak ve yarınları düşünmeden bazı anlık çözümler aramaktadır!

İşte iki buluşları:

BİRİNCİ BULUŞ:

Üniversitelerin yüz yüze eğitime son vermek, öğrenci yurtlarını boşaltmak, boşalan yurtlarda depremzedeleri barındırmak!

Müthiş bir buluş!

Böylece; doktor hastayı görmeden, dinlemeden, araç-gereçlere dokunmadan, mühendis alanı, aracı tanımadan, plan-proje yapmadan, öğretmen öğrencisiyle göz teması kurup ona dokunmadan…

Yarım hekim candan, yarım hoca dinden misali; doktor, mühendis, öğretmen, …!

Peki bu kararlar ülkenin geleceğine (bekasına) ipotek değil mi?

*

İKİNCİ BULUŞ:

Cumhurbaşkanın 9 Şubat günü OHAL ilan etmiş, 9 Şubat günü de ; “Bir yıl içerisinde yıkılan binaları yeniden inşa edip, sahiplerine teslim edeceğiz!” -sözü vermişti.

Daha depremin 4 günü; halk pijama, terlikle, aç ve açıkta, deprem öncesi plansızlık sonucu olan ölüm ve yıkımların şokunda herkes, ölülerle dolu enkazlar duruyorken ve deprem faylarının yerlerini belirleyen hiçbir bilimsel çalışma yokken bu buyruk verilmişti!

OHAL yetkileriyle, deprem suçları ve failleri gizlenecek, acılı halk susturulacak ve rant için inşaatlara başlanacaktır.

24 Şubat günü Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde de müthiş bir buluşun detayları vardı. Şöyle ki:

Depremin baş sorumlularından biri olan: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na; denetimi ve itiraz hakkı olmayan yetkiler veriliyordu!

Böylece bilim, teknik, hukuk yok sayılacak, orman ve meralar yok edilecek ama yeni yepyeni rant alanları açacaktı!

Evet, 21 yıllık iktidar depremzedelere yetecek deprem çadırı bile üretemedi!

Halkı kutuplara ayırdı, ülkeyi birlik içinde yönetemedi!

Şimdi de gerekli araştırmaları yapmadan gecekondu yaparcasına 13 milyon insana konutlar yapacaklarmış!

Uyan ey yüzde 70’lere ulaşan fakat birlik olamayan muhalefet uyan!

Emin Toprak – DOSTÇA