"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yüzleşme (Ben bir cinayet işledim son)

Gün kendi ışığını alaya alırcasına doğuyor, güneş ise bütün karanlıklarımızı yüzümüze vura vura batmaya meylediyor. Üç yüz altmış beş gün bir yıldan ibaret olsa bile yaşamın neye meyledeceği hiç bilinmez. Zaman değil mühim olan. Mühim olan yaşamın kendisi; onun içinde aldığımız nefes ve kötülere/kötülüğe inat gülmeye devam etmektir asıl olan. Çoğumuz bir manadan uzak yaşarken bir kısmımızın bir mana arayışında geçen vakitleri en değerli olanıdır. Ama unutulmamalıdır ki yüzleşmek Maslow’un hiyerarşisinin son basamağında olmaktır. Azaptır, vefadır ve yer yer bireyin kendisine hakareti bile olabilir.

– Ben günün birinde mutlu olabilir miyim bilemem, diye mırıldandı.

Rehabilitasyonun 9 numaralı kapısını açtı içeride hiç kimse yoktu. Kapıda duran görevlilerden ikisi bir duvardan farksız duruyorlar öylece. Kasları bedenlerini aşmış savaş hazırlığında olan komandolardan pekte bir farkları yok. Merdan önce içeriyi bir kolaçan etti. Sonra aradan bir veya iki dakika geçince kapıyı üzerine kilitlemeleri için buyruk verdi. Birkaç saat uyudu, kalktığında saatin kaç olduğunu bilmiyordu, dışarıya baktı arka bahçeye bir ölü gömülüyor. Arkasında duran ibrikten bir yudum su aldı. Yüzünü yıkamaya meyil etti birdenbire ne olduysa vazgeçti. Hapishane kapısından farksız demir kapıya iki defa vurdu, aradan beş dakika geçmemişti ki piyano görevliler tarafından odaya yerleştirilmişti. O arada pencereyi açtı, dışarıda kuş sesleri. Erik Satie’den Gnossienne: No 1’i çalmaya başladı. Tam yedi saat dokuz dakika durmadı. Görevliler her saniyesinde şaşkın bir edayla bakıyorlardı. İkinci günün sabahında boyalı bir duvara altı saat kadar resim yaptı. Hücreyi andıran bu odadan çıkar çıkmaz Ankara’dan arayan bakanla bir görüşme yaptı. Bir dakikadan az süren bu görüşme sonrası güzergah İstanbul olacaktı.

– Ben meyil ettim sana İstanbul, yüzü aydınlık gönlü kapkara şehir. Ben meyil ettim sana.

Kendisini hiçbir zaman İstanbul’da yaşayan bir birey olarak hayal etmiyordu, ne uzağındaydı ne de yakınında bu şehrin. Ucu bucağı bir yerine yerleşmişti. Soran olursa çoğu kez Kocaeli’nde oturuyorum derdi. Araçtan ağır bir yürüyüşle indi. Karşısında deniz, yanı başında içine kapanmış insanlar. Birinin elinde mendil, diğerininkinde bir tepsi simit. Bir çocuk kırmızı ışıkta arabasına doğru koştu. Karşıdan gelen araba hızını gazabından alır gibiydi. Merdan’ın gözlerinin içine bakarak mavi mavi gülümsedi ve ekledi.

– Ağabey bir mend…

Araba onu 2 metre uzağa fırlatmıştı, beynindeki loblarının ikisi yer değiştirmişti sanki, o güzel yüzlü çocuktan eser kalmamıştı. Fren bile yapmadan devam etti yoluna. Arabanın plakasını korumalardan biri almıştı. Merdan’ın kucağında yüzü belirsiz bir ceset arabasına bindirmek için koşturuyor. Lakin vakit artık çok geç. Kanlı mendiller yere dağılmış. Nabzını kontrol etti…

Ağladı… ağladı ve sadece ağladı. Etraftakiler şaşkındı, kalabalık yüzlerce insandan daha fazlaydı. Belindeki silahı çıkardı ve havaya iki el ateş açtı. Kadınlar bağıra çağıra etrafa yayıldı, erkekler olduğu yerde sarardı. Gözyaşları içinde bağırmaya başlayınca dilinden dökülen cümleler dünyayı titretti.

– Gökyüzü şahidim olsun seni bulacağım, gökyüzü şahidim olsun seni bulacağım… defalarca tekrar etti.

Gözlerini açınca başında bir hemşire serumuna bakıyordu. Hemşireden bir su istemek niyeti ile gözlerine baktı. Lakin gözlerine birkaç saniye takılı kaldı. Ağır bir ses tonuyla seslendi kendisine

– Gözleriniz güzelmiş, onların hatırına bir bardak su alabilir miyim?

Utana sıkıla bakıyordu hemşire, evet anlamında başını oynattı. Başka bir isteğiniz var mı demek istedi fakat çekingen bir tavırla vazgeçti. Hemşire birkaç dakika sonra odaya girdiğinde yerde duran kan ve yarıya yakını tükenmiş bir serum duruyordu. Güvenlik düğmesine bastı, bir iki dakika sonra güvenlik odadaydı. Hemşirenin şaşkın bakışları ve kafasında onlarca soruyu gören güvenliklerden biri kendisine yönelerek konuştu.

– Merak etmeyin hemşire hanım her şey kontrolümüz altında. Merdan beyin gidişinden haberdarız.

Ne oluyordu burada, Merdan bey kim; hangi ara bey oldu? Onlarca soruyu soramadan bir günün sonuna gelmişti. Saatler 00.04’ü geçiyordu, Merdan için gece biter gün başlar. Olayın gerçekleştiği yere giderken yolda telefonu çalıyordu. Bakan hesap soran bir tavırla neden gelmediğini soruyordu… Birkaç dakika devam eden konuşmadan sonra yarın öğle vakti için tekrar sözleştiler. Mobese kameralarına takılan aracın plakasından kim olduğunu sabaha doğru emniyette çalışan sivil bir polis memuru tespit etti. En son alınan sinyal ise aracın Sarıyer taraflarında bir yerde olduğuydu. Merdan yüz elliden fazla silahlı adamla kapıya dayandı. Kapıda iki kişi vardı son anda havluya sarılmış kız arkadaşı ve adını bile bilmediği katil. Merdan elindeki silahı beline soktu. İçeride biraz dolanmaya başladı. Bütün vücut hücreleri sinirle uyarılmasına rağmen sakin kalmayı başarmıştı. Kapının önünde duran bu iki genç korkudan titriyorlardı. Dışarısı buz kesiyordu ama en büyük uyarılma korkuydu onlar için, Merdan içeriden ağır adımlarla yaklaştı onlara ve gülerek ekledi.

– İçeride ilgimi çeken hiçbir şey olmadı, sadece komiğime giden… Neyse neyse.

Yarı titrek bir ses tonuyla kız arkadaşı araya girdi.

– Ne o utandın mı? Yoksa senden korktuğumuzu mu düşündün!

Bağıra çağıra, sözünü tartmadan konuştu.

– Sizin utanmaktan aciz olduğunuz durumdan neden ben utanayım küçük hanım. Utanmamış aynı renkten… Tövbe tövbe.

Istakoz’a yöneldi, baş parmağıyla kızı işaret ederek.

– Küçük hanımı evine bırakıyorsunuz. Arkadaş benimle gelecek, Kadıköy sahilinin bütün giriş çıkışlarını kapatacaksınız. Öğle 12’ye kadar vaktimiz var.

Istakoz olmaz anlamında başını sağa sola çevirdi. Ciğerparem dediği adamı tanıdığı için konuşmaya ve anlamaya çalışıyordu.

– Sorun tam olarak ne?

Kulağına eğildi ve büyük yüzleşmenin haberini verdi.

– Efendim bu arkadaş Zarif Sezin’in oğlu.

Merdan’ı bir gülme bir sinir krizi tuttu. Gel git yaşarken yanağından bir makas aldı.

– Senin baban bakan mı bakayım, şen adam mı oldun, araba sürüp ekmeğinde olan çocukları mı öldürüyorsun. Korkma seni babana vereceğim ama yarın öğle 12’ye kadar beraberiz.

Merdan hızla arabaya geçti, Istakoz’dan adam sayısını iki katına çıkarmasını istedi ve çocuğun kazaya kurban gittiği yerin ise 2 kilometre kadarının çembere alınmasını emretti.

Rehabilitasyon ve yüzleşme

Bazı yolculuklar aylar sürer bazıları ise saniyeler. Olayın olduğu yere varmaları ise saniyeler süren yolcuklardan biriydi. Merdan önce tek başına indi, mendillerin üzerinde bir çocuğun kanı kurumuştu. Bir kısmı paketlerinden fırlamış geriye kalanları ise açılmamıştı. Tepsisi yerde yoktu. Doğanın kanunu değil miydi, ceylanı parçalayan aslanlardan sonra kargaların ceylanın leşinden beslenmesi. Kim bilir hangi karga almıştı! İsmini bilmediği katili arabanın bagajından çıkardı. Sonra bağırmaya başlayan bu katile dönerek ezberinde olmayan cümleler sarf etti.

– Baban değil bakan, Allah olsa benim elimden seni kurtaramaz. Bak ben gayet de inançlı bir insan olarak söylüyorum bunu sana. Bağırmayı kes ve şimdi beni iyi dinle. Seninle sabah saat 10’a kadar bir oyun oynayacağız. Oyunun adı yüzleşme. Ben arabaya binip son hız geleceğim ve sen de bugün öldürdüğün çocuk gibi o esnada karşıdan karşıya geçeceksin. Çok eğleneceğiz. En önemlisi yüzleşeceğiz. Eğer dediklerimi yapmazsan seni bu dünyadan yolcu ederim.

Dalgalı titreme ile oyunu oynamaya başladılar. Merdan direksiyonun başında 90 kilometre hızla olayın olduğu yere geliyor. Bunun üzerine simitçiyi öldüren bakanın oğlu her defasında yola atlıyor. Merdan sabaha kadar devam eden bu oyunda direksiyonu sola kırıp onu ölümden kurtarıyordu. Sabahın 10.00’unda sinir krizlerine giren, ani duygu değişimleri yaşayan biri vardı artık. Şimdi yol daha da uzayacak yüzleşme derinleşecek. Hesap veren olur mu bilinmez ama taşlar yerinden oynamaya başlayacak. Saatler 12.58’i gösterince ensesinden tuttuğu katili babasının ayaklarının önüne attı. Ağlaya ağlaya, irkilerek hak ettiğini söylüyordu.

– Ba ba yap ma, hak ettt im.

Korkunun bir zafiyet gücün ise bir hükümranlık olduğu bu dünyada hak eden hak ettiğini bulunca, hak ettim der miydi? Kekeme bir şekilde konuşuyordu, bundan sonra ne olacaktı peki? Belki de önce silahlar konuşacak sonra hep silahlar konuşacak. Bir bilinmezin içine akıyordu hikaye. Merdan bağırmaya başladı.

– Durma sık Zarif efendi, al intikamını. Yaşamdan beni kopar, kopar ki küllerim yaşasın. Hadi Zarif, sonra dön oğluna sor bakalım suçu neymiş diye.

Elindeki silahın ağzına mermiyi verdiği gibi ateş etti. Zarif artık kontrolü kaybetmişti. Oğlunun sesini duyamayacak kadar sağır, onu öldürecek kadar kördü. Merminin önünde duran Merdan değil oğluydu. Oğlunu kalbinden üçer el ateş etmek suretiyle vurmuştu. Mermilerin önüne değil vicdan azabının önüne atlayarak can vermişti.

– Hadi Zarif, hadi sayın bakanım sık artık. Unutma bu hikayenin matı sensen şahı benim. Haydi durma.

Silah bir el daha ateş aldı. Anlının çeperinden kurşunu yiyen Istakoz yerdeydi. Yine ölmemişti Merdan. Belindeki silahı çıkardı ve Zarifin sol göğüs kasının altında bulunan kalbine rastgele üç el ateş etti. Orada üç ceset yatıyordu bir baba bir de oğul, Istakoz’da yoktu artık. Herkes olay yerinden ayrılmış ve gazeteler yazıyor, muhabirler anons geçiyordu.

“İstanbul’da skandal cinayet, Ünlü iş adamından itiraf: Ben bir cinayet işledim, dedi.”

Merdan 30 yaşında girdiği hapishaneden 65 yaşında çıktı. Ve ölmeden önce kurduğu son cümleler tarihe geçecek düzeydeydi.

– Dünyadaki en büyük engel kötülüktür. Eğer kötü biriyseniz hayatı kendinize ve insanlara zehir edersiniz. Başkalarının çocuklarını öldürürsünüz sonra günü gelir kendi çocuğunuzu bile öldürürsünüz, bile isteye yaptığınız bütün kötülükler bir gün hasbelkader bulur sizi. Siz ben kaçtım, kurtuldum dediğiniz anda yapışır yakanıza. Ben şimdi ölüyorum ya, sen de bir başka zaman öleceksin ve yaşayan tek şey olacak kavramlar. Bunun dışında her şey, herkes ölecek. Saygı ve nefret yaşayacak ben ile sen öleceğiz. Bunun için yüzleşmek gerek. İnsan kendiyle, milletler tarihiyle yüzleşmeli. Yoksa hiçbir şey değişmeyecek…

Son nefesini yutkunarak verdi.

Kalemlerin piri Sezai Karakoç’a rahmetle…

SON