Afrin’e yönelik başlatılan operasyonu ana hatlarıyla, sorularla anlatmaya ve anlamaya çalışacağım.
Ama bunun öncesinde bir hususa değinmek istiyorum. Geçenlerde bana dolaylı yoldan gelen uyarılara veya tehditlere cevabım şudur: Nasıl ki sizler bu ülkenin evladıysanız ben de aynen öyleyim. Nasıl sizin kaygılarınız, eleştirileriniz ve önerileriniz mevcutsa; benim de tabiî olarak farksız değildir. Ben tevekkül anlayışla yazmaya devam edeceğim.
Şimdi gelelim asıl meselemize, ülkenin çoğunluğunun aynı fikirde olduğu belirgin. Peki, çoğunluğun dediği ve/veya savunduğu doğru mudur? Bunun antitezi olarak azınlığın savunduğu görüş ne derece doğru? Bunlara benzer sorular uzatılabilir.
Meseleyi anlayabilmek adına en baştan sorgulamalıyız. Çoğunluğa veya azınlığa kesin doğru diyemeyiz.
Bu tarz tespitler yapabilmek için önce düşünülmeli. Tabi düşünmek başlı başına yeterli olmayacak, bununla beraber geçmişe biraz göz gezdirmeli; bilgi ve enformasyon farkına da dikkat etmeliyiz (enformasyon: Tanımdır, bilgi: Nesnel olan kesinliktir). Tüm bu adımları ve daha nicesini göz önüne alarak, şimdi sorgulayalım.
Afrin’e yapılan operasyonu ister destekleyen, isterseniz de eleştiren taraf olun. Benim açımdan ikisi de bu ülkenin evladıdır. Yazının çarpıtılmaması adına özenle yazmaya çalışıyorum. Ve her gün insanlar tutuklanmasına rağmen risk alıyorum. Peki, niye mi bu riski alıyorum? Ülkeyi sevmek her türlü sıkıntıya rağmen görüş beyan etmektir. Ben ileride mesleğim gereği bu riskleri alacağım. Bunun için yazdığım her yazının mesuliyeti benimdir.
Afrin’e yapılan operasyon niye yapıldı (stabil açıklamaların dışındaki görüşler daha elzemdir)? Afrin’e yapılan operasyona dair yaklaşımımız daha çok hangi tarzda (duygusal/mantıksal hangisi daha fazla)? Ülkemizde buna benzer 40 yıldır verilen mücadele sonuç verdi mi? Operasyonun yapıldığı bölgede 400 bin kişilik bir nüfus var. Kimin suçlu (terörist) olduğu nasıl anlaşılacak? Bizlere asıl tehdit nereden geliyor (Afrin/Kobani)? Dışarıdan gelen tehditleri bu operasyon azaltacak mı?
Yıllarımızı savaşarak heba etmişiz, bu savaş (veya operasyon) bizim için farklı bir metod mu? Niye dışarıda bu kadar büyük bir sorun varken pespaye konular tartışılıyor? Son olarak, olaya yaklaşım tarzımız gerçekten çözüm endeksli mi?
Tüm bu sorulara sizler cevap vermeye çalışadurun, ben de kendimce naçizane fikrimi ifade edeyim. Yukarıya bir sürü soru dizdim, belki benim bakış açım yanlıştır; belki bilgim eksiktir, belki de dar açıyla bakıyorumdur. Bunun için sizlerin de yapacağı yorumlar beni aydınlatabilir.
40 yıldır içimizde bu operasyondan farksız olmayan bir mücadeleyle sürüyor. Yıllardır süren bu mücadele canımızdan can, malımızdan mal aldı. Varlığımıza yokluk kattı, bize düşünme şansı dahi verilmeyerek ölümlerden ölüm beğendik. Bu çatışmalar da sadece iki kesim mutlu oldu. Biri bu kandan beslenenler, ikincisi kastedilen düşmanlarımız. Onlarca can ve mal kaybına rağmen bir çözüm yolu aramadık.
Şimdi ise aynı düşünce ve yöntemle Suriye’ye giriyoruz. Aynı şeyleri kaybedeceğimiz malum, yalnız kazanımını kimse bilmiyor. Seyis etme biliminin varlık nedeni çözümdür, uzlaşı yolu aramak için varlık sürer. Son çare olarak silah kullanır, nedense bizim için ilk çare hâline gelmiş durumda. Durun yapmayın, etmeyin diyen herkes tutuklanıyor. İnsanlar aylardır tutuklu ve işinden atılmış. İçeride her gün peyderpey tüm kurumlar lağvediliyor. Kimsenin (büyük bir çoğunluğun) bir fikri yok, varsa yoksa savaşalım.
Savaş veya operasyon bir çözümse ben de destekliyorum. Ailem, arkadaşlarım, dostlarım ve bu ülkenin evlatları çözüm bu değil. Kendi kurumlarını bitirmiş olan, başkasına adalet götüremez. Kendi sorunlarında aklı duran başkasına akıl veremez. Kendi eğitim sisteminde patinaj yapanların, başkasına yardım etme imkanı yoktur. Bizim içimizde güçlenmeye ihtiyacımız var, başka çaresi yok. İnsan ilişkilerini bir inceleyelim. Kötü olan biri en fazla bir iki tacizle sonuç almazsa bırakır. Velev ki bırakmadı o zaman insan eğitimiyle, ahlakıyla ve adaletiyle kendini savunur. Bizim bu örneklemde olduğu gibi, birden fazla vasfımız (kurumlarımız) askıdayken bir başarı yakalasak dahi masada yerler, yutarlar. İçerde farklı bir söze ve barışa ihtiyacımız var. Önce kendimize yönelmeliyiz, en öncesinde kendi sorunlarımızı halletmeliyiz. Evi yanmakta olan bir kimsenin evini dışardan gelen molotof yakmaz, sadece etkisi olur. Bizim evimiz içerden yanıyor, bizse molotofu kim atmış? Onu arıyoruz! Ya ben ve benim gibi düşünenler delirdi, ya da bu bir çözüm değil.
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).