"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ol’mak ya da Ol’durmak

“Ol”maya yöneliktir algımız. “Olmak” fiilinin, egomuzu yüceltmemiz için bizi nereden nereye sürüklediğinden habersiz bir şekilde, bir şey olmak için gayret sarf edip dururuz. Evet, olmak direkt olarak “ben” demektir. Bir “şey” olmaya çalışırken, aslında o şeyin örtüsü altında egomuzu beslediğimizin farkında bile değilizdir.

Halbuki aslında bütün eylemlerimizin ve yaşama bilincimizin temelini oluşturan mutluluk/huzur arzusunun yolu, “olmaktan” geçmiyor. Bir durum içinde olmak, bir şeye sahip olmak, bir makamda olmak gibi, bireysel bir pozisyon alarak kendimizi konumlandırdığımız hiçbir “oluş” bize mutluluk getirmek için yeterli değil. Kısa süreli hazları mutluluk olarak sayarsak başka tabi…

Aslında, mutlu olmak için yapılması gereken nedir diye düşününce işimiz daha kolaylaşıyor. Modern dünyanın yaşam standartları içinde hepimizi bireyselliğe ve daha fazla şeye sahip olma arzusuna mahkum eden bencil bakış açısının bir kurbanı var: “mutlu et, mutlu ol” anlayışı. Başkalarını mutlu etmek şu anki düzen içinde neredeyse bir zafiyet olarak algılanır hale geldi. Ama bizi gerçek mutluluğa ulaştıracak tek anlayış “mutlu et, mutlu ol“ anlayışıdır. Yani gerçek mutluluğun yolu başkasını mutlu etmekten geçer. Statik bir oluş hali içine kendimizi hapsetmek yerine, dinamik bir akış içindeki oluş duraklarından akmak bize gerçek mutluluğu tattırır. Burada, Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin “Her gün bir yerden göçüp bir yere konmak ne güzel, bulanmadan donmadan akmak ne hoş” sözünü düşünmekte de fayda var. Kendi etrafımızda sabit bir şekilde dönüp durarak, monolog bir iletişim yöntemiyle sadece kendimizi dinleyerek ve anlamaya çalışarak, kendi kendimizi ihya etmeye çalışarak mutlu olacağımızı zannetmek büyük gaflet.

Harvard Üniversitesi’nin 75 yıl süren bir mutluluk araştırmasında şu sonuca varılmış: “Hayattan memnuniyet ve mutluluk duygularını oluşturan en önemli etkenin hayat boyunca yaşanan iyi ilişkiler olduğu gözlemlendi.” Daha fazla bireysellik, daha fazla zenginlik, daha fazla sahiplenme duygusu değil. Daha fazla iletişim.

Bunu bir pozitif yaşam oyunu olmaktan çıkarıp bir gerçeklik olarak zihinlerimize kazımalıyız; birilerini mutlu ettiğimiz ölçüde mutlu olacağız. Kendimizi/zihnimizi bir yerlere sabitledikçe huzuru yakalayamayacağız. Kendimiz dışındakilerin mutlulukları için gayret sarf ederken yaşadığımız hareketliliğin adıdır mutluluk. Yani; mutluluk dediğimiz şey içimizde değildir; tam olarak dışımızdadır.