Bizim kuşağa ’68’liler deseler de kendimi daha çok ’78’li olarak düşünürüm.
O yıllarda gençler demokratik-bağımsız bir ülke istiyor ve çok fazla kitap okuyordu.
O yıllarda da şimdiki gibi solcu-demokrat-yurtseverler için: “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” ortak slogandı.
Ve o yılların devlet politikasına göre: ‘komünizm’ en büyük tehlike veya hastalık sayılıyordu. 1950’de “Komünizmle Mücadele Derneği” adlı bu paramiliter oluşum devlet gözetiminde ülke çapında örgütlenir. Dernek; yurdumuzun tüm demokrat-yurtsever-sol-komünist ile azınlık halkları ve Alevileri düşman sayarak sayısız kanlı saldırılar yapmıştır.
Ve o zamanın Başbakanı Demirel: “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz!”, İçişleri Bakanı Faruk Sükan ise; ‘Solcuların nefeslerini bile kontrol ediyoruz, hepsini 24 saatte toplarız!’ demişlerdi.
12 Mart 1971-12 Eylül 1980 arası 9 yılda; iki faşist darbe, 11 hükümet değişmiş, ilan edilen sıkıyönetim ve olağanüstü haller süresince halkımız çok ağır bedeller ödemişti.
1987’de kurulan illegal faşist JİTEM, Kürtleri hedef alan nefret dili, işkenceleri, “faili meçhul” katliamları ve hapishaneleriyle yurdumuzda bir korku iklimi yaratmış… Sonuç olarak: nice kasaba-köy yanmış, yıkılmış, sağ kurtulan insanları ise göç etmişti.
O zamanlarda da şimdiki gibi bilirkişiler vardı fakat onlar pek gizlenmez bilinirdi. Ve bu bilirkişiler de 141-142 maddeler için av peşindeydi. Bu amaçla: yurdumuzda yayınlanan; yerli-yabancı eserler, parti, sendika, dernek, kişi demeç-konuşma-bildirileri, olası bir komünist propagandası için satır satır incelenirdi. Uzun yıllar süren yargılama, tutukluluk ve sansürler olurdu.
Bugünlerimiz soracak olursanız: bu günler de o günleri hiç aratmıyor!
Şimdilerde sadece, komünist yerine hain/terörist sıfatları kullanılır oldu.
***
Size yukarıda anlatmaya çalıştıklarım, sadece Türkiye’ye özgü olgular değildir, İnsanlık, ilk çağlardan beridir bunları yaşamakta…
Hikayesi de kısaca şöyledir: İnsanlar, yaşamsal önemi olan beslenme, barınma ve güvenlik zorlukları karşısında kendilerini yetersiz-güçsüz bulmuşlardır. Deneyip yaşadıkça da bu zorlukları ancak dayanışma ve birliktelikle çözebileceklerini öğrenip-anlamışlar.
Özetlersek; insanların yenilgi ve acılı yaşanmışlıkları devletlerin, ya da toplumsal barışı ve güvenliği sağlayacak gücün oluşturulması için gerekçe olmuştur.
Ve demek ki, dünyadaki tüm devletlerin amacı; kamu güvenliğini sağlayan ve herkesin hakkını koruyan bir düzen kurmaktır.
İşte, herkesi kucaklayan bu yüce amaç yüzünden; ‘devlet’ her yerde ve her çağda kutsanmıştır.
Peki acaba, dünyada bu yüce amacı güderek “halk” için hizmet üreten kaç devlet vardır?
Ve acaba dünyada, “halka” hizmet için kurulmuş, fakat sadece bir azınlığa, bir gruba, bir partiye hizmet eden kaç devlet vardır.
Bu iki soruya da eğer önyargılardan uzak bilimsel yöntemlerle cevaplar ararsak, ne yazık ki dünyada hiçbir “halk devleti” olmadığını görürüz…
*
Burada biraz durmak isterim; Hani “denk geldi” derler ya, şimdi benim için de öyle oldu. Çünkü, yazılarımı sürekli okuyan bazı dostlarım bana: “Sen devlet karşıtı mısın?” sorusunu soruyorlar.
Şimdi “denk geldi” ve ben de o dostlara soruyorum:
Peki sevgili dostlarım; siz kuruluş amacına uygun çalışmayan böylesi devletlerin taraftarı mısınız?
*
Çünkü dünyamızdaki hemen hemen tüm devlet yönetimlerde çokça egoist-zalimler var! Bunlar; deprem, yangın, savaş gibi felaketleri bile fırsata çevirirler. Fakat, bu zalimler de kendilerinden daha güçlü olan zalimlerden emir alır, onların piyonu olur, hatta bazen de zulüm görürler.
Günümüz dünyasını otokratlar yönetiyor. Otokratlar, kendi ülkelerinde güçler birliğini ele geçiren halkı sömüren-ezen zalimlerdir. Düzenlerini sürdürmek için her yol ve yöntemi mubah sayarlar. Muhalifler onlar için birer düşman olduğu için yok olmalı veya etkisiz kalmalıdır. Bu amaçları için de her yol-yöntemi kullanarak ülkede güvensiz-korku dolu bir kaos ortamı yaratırlar.
Korku-kötülük dolu bir iklimi yaratarak ömür süren: tüm hükümdar, kral, komutan, vali, kayyum, bilirkişi, din istismarcısı ve onların tetikçileri halkın kanı-emeği ile beslenip var olan bir çıkar zincirdir.
Bu dokunulmaz küçük zincir, muhalifler için yalan ve algıya dayalı her tür tuzağı-kötülüğü planlar ve uygularlar.
Bu zalimleri: “sen/siz hukuk dışına çıktınız” diye ayıplamak ve kınamak da hiç etkili olmaz!
Çünkü onlar güçlerini; hukuktan değil, hukuk dışı güçler ve odaklardan alırlar.
Fakat bu insanlık düşmanlarının tek korkusu var o da: halkın birlik olup artık ‘YETER!’ demesidir.
Şimdi dünya vatandaşı/insanlık dostu iki ozanın dizelerine bakalım.
Metin ELOĞLU, milyarlarca insanın haykırışını duymuş olacak ki:
“Yaşamak istiyorum
Yaşamak istiyorsun
Yaşamak istiyor
Böyle şiir olmaz, diyeceksin; biliyorum.
Ama böyle dünya olur mu?
Böyle barış olur mu?
Böyle hürriyet olur mu?
Böyle kardeşlik olur mu?
Biliyorum ki, katlanıver, diyeceksin;
Ama böyle yaşamak olur mu!” Diyor.
Bertolt BECHT de bu çığlığı cevaplarcasına:
“Kim mi kurtaracak seni, köle?
Görecekler seni, kardeş.
yuvarlananlar uçuruma,
duyacaklar çığlıklarını:
Seni köleler kurtaracak kurtaracaksa!
Ya hep beraber ya da hiç birimiz.
Kurtulmak yok tek başına
yumruktan ve zincirden.
Ya hep beraber ya da hiç birimiz…” Diyor.
Evet:
“Bıbın yek!”
“Kurtulmak yok tek başına!”
Emin Toprak – DOSTÇA

Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Okulu (1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Bölümü (1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisans tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak
Toplam 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.