"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bebek ve Çocuk Çığlıkları

Pek çok kişi gibi ben de zor günlerin ikileminde kalmış karasız biri olarak, kendimle didişiyorum.
Günlerdir, bir yanım:

“Haksızlıkları gör-duy-oku-düşün-yaz!”

Bir yanım ise:

“Çık sokağa hesap sor, bağır çığlık at!”

Diyor.

Ben ise olanları: görüyor, dinliyor, araştırıyor, okuyor ve iç çığlıklarıma ses vermeden susup otuyorum.

Susmak niye?

Görmek, duymak, okumak, sormak, düşünmek, yazmak ve haksızlıklara karşı durmak birbirini besleyen, geliştiren, var eden birer olgu değil midir?

‘İnsan’ olduğum için, zaten olup bitenlerden herkes gibi benim de pay ve sorumluluğum var.

Olmaması gereken, olanları çaresizce kabullenip ve susmaktır.

Buna karşın niye ikilem yaşayıp da susuyoruz, bu ne kadar da saçma!

Olması gereken ise haksızlıklara çare-çözüm bulamayan 22 yıllık iktidar sistemini sorgulayıp, ondan hesap sormaktır.

***

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü!..

Haklar; bireylerin güven içinde, sağlıklı ve özgür yaşamasını sağlar. Bugün, çocuk haklarına konan engelleri kaldırmak, bataklıkları kurutmak ve karanlıklara ışık tutmak içindir.

Gel gör ki, yurdumuzun birkaç güncel manzarası da:

Çokça ‘Narin’ çocuğun, hunharca yok edildiğini…

Çıkar sağlamak için, hastanelerde sağlık personelinin emir-katkı-gözetimi altında ölüm çeteleri kurulduğu, bunların “Yeni Doğan” bebekleri vahşice öldürdüğünü…

Tarikat dehlizleri ve devlet kurumlarında “korunan(!)” çocukların işkence, taciz, tecavüz gördüğünü…

Çocuk gelinlerin çoğaldığını, yoksulluk nedeniyle çocukların alev alev yandığını …

Söylüyor!…
Böyle bir iklimde kutlanacak: “Dünya Çocuk Hakları Günü”!

Günün hikayesi de şöyledir:

Birleşmiş Milletler 20 Kasım 1989 günü “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni benimser ve 2 Eylül 1990’de yürürlüğe koyar. Türkiye dahil 196 ülke de imzalar.

Türkiye Cumhuriyeti, sözleşmeyi 14 Ekim 1990’da imzalar ve 27 Ocak 1995’te de yürürlüğe koyar. Ancak; ‘Sözleşme’nin 17. 29. 30. maddeleri için “İhtirazi Kayıt” düşmüştür. (“İhtirazi kayıt”: hak kullanma hakkını saklı tutmak, engellemektir.)

İşte o maddeler:

**MADDE:17 (5 fıkradan oluşur ve bence “İhtirazi Kayıt” 4. fıkra içindir)
— 4. fıkra: “Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik ederler;”
**MADDE:29 (2 fıkra 5 benttir. Ve bence “İhtirazi Kayıt” şunlar içindir):
— 1. fıkranın 3. bendi: “Çocuğun ana–babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi;”
— 1. fıkranın 4. bendi de: “Çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması;
**MADDE:30 (“İhtirazi Kayıt” tüm madde içindir): “Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.” (“İhtirazi Kayıt” ve olasılıklarını ben sıraladım, yorumlamasını da siz sevgili okurlarıma bırakıyorum).

***
Bir zamanlar duyar, görür, okurduk:

Kentlerin arka sokaklarında ve yolu olmayan, olan yolları da kapalı olan tenhada unutulmuş, kimsesiz kalmış kentler ile köylerde yaşanan acıları…

Oralarda; çokça bebenin; kimisi ana karnında (henüz dünyaya merhaba demeden) bir başına, kimisi anasıyla birlikte, kimileri de merhaba dediği dünyada sadece birkaç gün yaşayıp kendi iç ateşleri ile ölürdü.

Bu ölümlerde; ne bir kazanın darbesi, ne de bir savaşın yarası vardı, bunlar sadece kimsesiz bırakılmanın sonucu ölümlerdi.

Bu ölümler: ihmalin, yokluğun, ezikliğin, çaresizliğin, başeğişin duyulmayan birer çığlığıydı.

Bu çığlıklara çare-çözüm bulmakla görevli olanların da çare-çözüm bulmak yerine, çokça bahaneleri vardı ve bunlar:

“Kış, kar-tipi-fırtına-çığ var!”

“Yol yok, yollar kapalı!”

“Kaderleri buymuş / böyleymiş!”

“Takdiri ilahiyle melek oldular!”

… diye sürüp giderdi…

Peki, ya şimdi! Ne diyecek hangi bahanelere sığınacak 22 yıldır ülkeyi tek başına yöneten iktidar?

Çokça kamu kuruluşunu işlevsiz bırakıp, çökerttiğini…

Ülke temelinin dayandığı hukuk-güvenlik-sağlık-eğitim ve kamu kaynakları için ne “oldu bittiler” yaşattığını…

Özetlersek;

— 1. Hukuk sisteminde:

Kuvvetler ayrılığı yok edilmiş, yetkiler tek kişide toplanmış.

Yargı güvencesi olan kurumlar arasında çatışmalar başlamış.

Demokrasilerin ilk koşulu seçme-seçilme haklarının yok sayılarak “atanmış kayyum” sistemi başlamış.

Türkiye’miz; 2024 “Hukukun Üstünlüğü Endeksinde” 173 ülke arasında 148. olmuştur.

— 2. Sosyal Güvenlik ve Sağlık Sisteminde:

Devletin, vatandaşa sağlıklı yaşam sağlamak zorunda olduğu hastaneleri atıl duruma düşürülmüş…

Bazı özel kişilere, ülkede birer kara delik olduğu söylenen “Özel Hastaneler” açtırılmıştır.

— 3. Eğitim Sisteminde:

Tüm okullarda “laik demokratik eğitim” verilmesi ilkesi bile isteye terk edilmiş.

Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek için “zorunlu din dersi” odaklı bir sisteme geçilmiş…

Kurulan yeni sistem de Sünni anlayıştaki diyanet-tarikat-cemaat yönetim ve denetimine verilmiş…

Sadece varlıklı aile çocuklarının gidebilecekleri “Özel Okullar” açılmıştır.

–4. Kamu Kaynaklarında:

Eko-sistemi koruyup, kaynakları tüm vatandaşların yararına kullanmak terk edilmiş, kamuya ait halkın ekmek teknesi pek çok kaynak ve kurumu belirli kişi ve gruplara yok pahasına adrese teslim ihalelerle satılmış, satılmaktadır..

Böylece;

*Hukukta:
Yargı kurumlarımız iç çelişkileri nedeniyle zaman zaman Anayasaya ve Uluslararası sözleşmelere uymayan uygulamalarda bulunmaktadırlar.

*Sosyal Güvenlik ve Sağlıkta:
Sağlık güvencesi olmayan vatandaşların çoğaldığı…

*Eğitimde:
Soru sormayı, yorum yapmayı, özgün düşünmeyi ve konuşmayı bilmeyen dindar-kindar-kaderci bir nesil yetiştiği…

*Kamu Kaynaklarında:
Orman, maden, su, toprak, canlılar arasındaki eko sistemin bozulduğu…
Köylerin boşaldığı: tarım, orman ve hayvancılığın can çekiştiğini görürüz.

Peki, bu yapılanlar, yapanlara kâr mı kalacak?

İnsanca yaşamak için bu kötü gidişi durdurmalıyız.

*

Ve yazıyı iyi bir haberle noktalayalım:

Sn. Turan Çömez, devlet koruması altındaki çocuklara uygulanan bir insanlık suçunu ortaya çıkardı.

Ve nihayet TBMM’de tüm partilerin uzlaşmasıyla bu konuyu araştırmak üzere bir komisyon kuruldu.

Bu komisyon; “üstün çocuk haklarına” karşı işlenen suçları durdurmak ve “Çocuk Hakları Sözleşmesi” 17. 29. 30. maddelere konan o ayıplı “İhtirazi Kayıt”ları da kaldırmak için yol-yöntem bulmalıdır.

Emin Toprak – DOSTÇA