(Parmakla Kayıp Giden Hayatlar)
Yüz yüze iletişim bitti bitecek kıvamına geldi. Herkesin elinde telefon; sosyal medyanın birinden diğerine gezinip duruyor. Saatler harcandıktan sonra,
“Ne öğrendin?” desek.
Yüzeysel birkaç cümle duyabiliriz. Ötesi boş lakırdıdır. Bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken gereksiz bilgiler çöplüğünde gezinerek zihinlerimiz iyice çöplüğe dönüyor.
Sadece çocuklar mı böyle?
Elbette ki hayır,
İnternete ve akıllı telefona ulaşım imkânı olan yediden yetmişe kim varsa bu halde. Gidişat pek de hayra alâmet görünmüyor zannımca. Mutlaka bir şeyler yapılmalı, hem de hemen.
Velî toplantılarında birçok velinin serzenişlerini, itiraflarını dinliyor ve biliyoruz ki çocuklar telefonun esiri olmuş. Biz de onlardan çok farklı değiliz; sadece büyüğüz işte! O kadar!
Okuldan, öğretmenden ziyade çocukları sosyal medya mecralarında boy gösteren fenomenler –fenomen dediğime bakmayın birçoğu aklın ve ahlaksızlığın sınırlarını zorlayan beğeni delileri- eğitir(!) hale gelmiş.
Anneler, babalar çoğu zaman çaresiz. Telefonu çocuğunun elinden almak istediği halde alamıyor. Daha büyük çatışmalar yaşanıyor. Sonra aile problemleri büyüyor da büyüyor. Sorunlar hep kapatılıyor. Çocuk ailesini, atasını, töresini, dinini, sitemi, devleti tanımaz hale gelince, “eyvah, biz ne yaptık!” deniyor. Ancak atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş oluyor.
Çocuğun dünyalık bir makama gelmesi, para getirecek bir iş yapması için her türlü problemin üstünü örten, suçluyu orada burada arayan ebeveynler; çocuk ahlak, töre, gelenek görenek, insanlık ve dini değerlere isyan ettiğinde yine, “Eyvaaah!” diyorlar. Ancak bu “eyvah da” işe yaramıyor.
Bir çocuğa telefon ne kadar gerekli?
Telefon ne zaman, hangi yaşta verilmeli?
Hele de bütün gün okuldayken. Liseye kadar telefon almayan velilere az da olsa şahit oluyoruz. Bu velilerin ve öğrencilerin ders başarıları, hayata bakışları, el becerileri, sezgileri, empatileri, yüz yüze etkinlik yapma becerileri, yüz yüze iletişimleri kesinlikle diğerlerine göre çok daha ileri seviyelerde. Telefonla vakit geçirmeden büyüyen ve sekizinci sınıfı bitiren bir çocuk kesinlikle telefonla büyüyenlerden çok daha sağlam bir kişilik tesis ediyor.
Acilen neler yapılabilir?
- Hafta içi telefon, tablet kullanımını önce azaltın sonra sıfırlayın.
- Hafta sonu bir iki saat verilebilir.
- Liseye başlayıncaya kadar telefon almayalım.
- Almak zorundaysak da akıllı telefon değil de tuşlu telefon alalım.
- Telefonda geçen sürelerin yerini fiziki etkinliklerle doldurmasına imkân verelim.
- Bu imkânlar “spor, sanat, kültürel” faaliyetlerden biri ya da birkaçı olabilir.
- Evde akşam yemeğinden sonra mümkünse acil aramalar hariç telefonla zaman geçirmeyelim.
- Ailece etkinlik “kitap okuma, hikâye okuma-anlatma, birlikte başka etkinlikler yapma” saati olmalı.
Metrobüste, otobüste, serviste, toplantılarda, kaldırımlarda, oralarda buralarda şöyle etrafınıza bir bakın. Telefonla ilgilenmeyen birkaç kişi bulabilirseniz fotoğrafını izin alarak çekin. “Sizin gibi insanlar pek kalmadı. Yüz yüze konuşabilen, etrafında olup bitenleri çıplak gözle izleyen biri olarak sizi ölümsüz yapmak için fotoğrafınızı çektim.” falan deyin de şaşırmasın.
Haftada bir gün sosyal medya platformlarının hiçbirisine girmeyelim. Bu şekilde başlayabiliriz. Sonra iki gün, üç gün derken bakmak istemeyeceksiniz zaten.
Şunu fark edeceksiniz:
“Bakmayınca dünya yine dönüyor, pek de bir şey değişmiyor; hatta kafam daha rahat, sakin, huzur buldum.” falan gibi cümleler bile kurabilirsiniz.
Nereden mi biliyorum?
Yazları telefonun çekmediği bir yerde birkaç hafta kalıp zaman geçiriyorum. İnternet yok. İnternet olmadığı için mesaj yok, telefon çekmediği için arama yok. Sosyal medya doğal olarak hiç yok. Reset atıp makineyi sıfırlıyorsunuz ya? Kafa öyle huzurlu ki anlatılmaz yaşanır türünden. Tavsiye ederim, deneyin. Vazgeçemeyeceksiniz!
Bu esaretten bir an önce kurtulmazsak kaybolan değerlerin yanına yenilerini de ekleyeceğiz. İnsan olmayı unutacağız. Sadece iş, para, zorunlu iletişim hallerinde konuşacağız.
Oysa biz insanız konuşmaya, paylaşmaya, tavşankanı bir çayı yudumlarken biriktirdiğimiz hatıraları yüz yüze anlatmaya ihtiyacımız var. Yüz yüze anlatmalıyız ki jest ve mimiklerimiz karşıda bir anlam bulsun.
Sevdiğimizi, sevildiğimizi hissederek yaşayalım. Sadece parmakla camın üzerinde elimizi kaydırarak bunlar olmuyor. Çok denedik, gerçekten de olmuyor!
Not: Bu yazıyı nereden okudunuz?
?…… 🙁 …?… 🙂
Gazeteyi şöyle açıp -o bazılarınca bilinen sese kulak ver ve- oradan oku demek isterdim.
Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.