Bir yılı daha bitirmek üzereyiz, bu yıl, ülkemiz insanlarının yüklerine bir de dünyayı saran salgının yük ve acıları eklendi. Salgına karşı bütün dünyanın el ele verip karşı durması, belki de bu yılın arihe: ‘Covit-19 Yılı’ olarak geçmesine neden olacak.
Martin Luther King: “Uçamıyorsan, koş; koşamıyorsan, yürü. Eğer yürüyemiyorsan, sürün; ama hareket etmeye devam et. Geleceğe ilerlemeyi sürdür.” der.
Bu bilge halk önderi; yüklerimizi, güç ve becerimizi kullanarak, çaresizlik yaşamadan, pes etmeden, direnerek, dayanarak, ama hep ileriye doğru atılım yaparak taşımamızı böylece yaşama tutunmamızı istiyor.
Her dünya insanı gibi bizlerin de pek çok yükü vardır. Bu yüklerin kişiye özel olanları dışında kalanlar ise ülke yönetiminin çözemediği ve ayrıca eklediği sorunlardan oluşur.
Demek ki, bazı yönetimler ülkenin var olan sorunlarını çözemedikleri gibi yeni yeni sorunlar, yeni yükler yükler insanlara…
Nasıl mı?
İşte bizde yaşananların bir özeti:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutkusu olan: çılgın projeler, yurdumuzun dört bir yanını sardı. İşte o çılgın projelerden birkaçı:
Sümerbank, Etibank, Telekom, Şeker Fabrikaları gibi dev KİT’lerin kelepir fiyatlarla satılması,
Ankara’da oda sayısı bilinmez olan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Van Gölü kıyısında Ahlat Saray’ı, Muğla-Okluk 300 odalı Cumhurbaşkanlığı Sarayı.
Tüneller, köprüler, paralı oto yolları.
Şehir Hastaneleri.
HES’ler.
Alışveriş merkezleri, gökdelenler.
Tümü son model, tümü yabancı, tümü zırhlı makam araçları.
Makam uçakları filosu.
Barış ve huzur için değil savaş ekonomisine uyarlanmış bütçe.
Yasama-yürütme-yargı kuvvetler ayrılığının tek kişide toplanması.
Yargının savunma ayağı olan Barolar parçalanması.
Üniversite ve bilim insanlarının iktidar güzellemesi yapmak dışında konuşamaz olması.
Sivil toplum örgütlerinin sindirilip susturulması…
İşte bunlar ve daha nice karadelik oluştu ülkemizde.
Bunların kimi kullananlara itibar, kimi müttehitlere ve uluslararası şirketlere çıkar sağladı. Fakat doğanın ekosistemi zarar gördü, doğal felaketler arttı, ülke kaynakları birer bire yok oldu. Sonuç olarak; yoksul halk ve onların daha doğmamış torunları on yıllarca süreyle dolar kuru üzerinden borçlandırıldı bu projelerle.
Ayrıca bu kara deliklere karşı çıkılmasın diye insanlarımız düşman kamplara bölünüp ülkede iç huzur bozuldu.
Fakat bu yapılanlarla yetinmek istemiyorlar, çünkü daha belli çevrelere çıkar sağlamak için verilmiş çokça sözleri ve ’Kanal İstanbul’ gibi daha nice çılgın projeleri var.
Antik çağdan beri toplumsal yaşama enerji veren Adalet’i ve onun: ‘suç ve suçluyu yargı belirler’ ilkesini yok saydılar. Yargı yerine kendileri karar verip insanları; “suçlu, katil, terörist “ ilan eder oldular.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’in Selahattin Demirtaş hakkında verdiği ‘hak ihlali’ kararı için sıralanıp ”yok hükmünde” demeçleri vermeğe başladılar.
İki hafta önce adalette ve ekonomide reform yapacaklarını söylemişlerdi ya! Hemen kendilerine özgü çılgınca bir ‘reform’ torba yasası hazırlayıp işlevi parmak kaldırıp kabul etmek olan meclise gönderdiler. Bakın içinde neler var:
Cumhurbaşkanına mal varlığını dondurma yetkisi,
İçişleri Bakanına derneklere kayyum atama yetisi.
Ama bugünkü dip yapmış ekonomi için, pik yapmış, coşmuş gidiyor diyenler nedense, asgari ücret almakta olan milyonlara, insanca yaşayacak bir ücret vermemek için tir tir titriyorlar.
18 yıldan beri süren bu çılgın projeler sadece doğadaki ekosistemi ve ülke ekonomisini bozmakla kalmadı. Ülkemizin toplumsal iklimini de bozdu.
Asıl korkunç olan da bu… Çünkü yönetimlerin ülke için oluşturduğu iklim belirler yaşamın tüm kolaylık-zorluk, başarı-başarısızlık, sevinç ve üzüntüleri…
***
Korku İklimi
Her insan güven içinde ve daha iyi bir yaşam için karşılaştığı sorunları yok etmek ister. Bunun için önce kendisiyle içten içe konuşur, tartışır, çatışır, sonra da ailesiyle ve çevresiyle…
Bir ülkeyi yönetenlerin işi, kişilere oranla daha zordur, çünkü o ülkenin; çözüm bekleyen çokça sorunu ve birçok beklentisi olan insanları vardır.
Bazı yönetimler halkı için özgürce barış içinde yaşanacak bir iklim oluşturur. Bazı yönetimler ise bunu beceremez, ülkenin halkını; ”bunlar benden yana, bunlar da bana karşı” diye böler, parçalar. Devlet aygıtını hizmet için değil korku salmak, sindirerek, susturmak için kullanırlar.
İşte bizim ülke yönetimimiz bu yolu seçti. Böylece ülkemizde bir korku iklimi oluştu. Ve bu korku iklimi yüzünden, özgürlükleri olmayan, suskun, kaderci bir toplum olduk.
Her iklim kendine has bitkiler yetiştirdiği gibi, bir de toplumsal kültür oluşturur. Korku ikliminde insanlar sinmiş-suskun, daha bencil, daha hırçın olurlar. Bu insan türü; en iyinin kendisi, ailesi, soyu olduğunu düşünürken, başkalarını değersiz, zavallı, gavur veya düşman olarak görürler.
Bu iklimde özgürlükler bir tarafa özgüdür, her kim ”bizden yana” ise olanlar dokunulmaz ve sorgulanmaz, başkaları ise önemsiz ve değersizdir görüşü egemendir.
Her akşam TV ekranlarında kurulan masalarda tarafgir rektörler, öğretim üyeleri bu korku iklimini yaratanlara güzelleme yapar, iklimi benimseten algı oluşturur, kutuplaşmalara neden olacak ırkçı, faşist sözler söylerler. Hem de orada olmayan, savunmasız bırakılanlara…
Ayrıca köhnemiş bir çağa, bir döneme, bir anlayışa övgüler yapıp; bir gruba, bir kuruma, bir kişiye küfür ve hakaret edilir. Bununla da yetinmeyip karşı oldukları insanlara yargısız infazda bulunur, onları terörist, hain, düşman olarak yaftalarlar.
Kuşkusuz ki her kişi kendisini, soyunu, grubunu önemser ve korur, ancak bu onun; kendisini, soyunu, grubunu kutsayan bir sapkınlığa götürmemeli. Eğer, birlikte yaşamı kolaylaştırmak istiyorsak, duygu ve anlayışımıza bazı ”insani” değerler ekleyip onu toplumsallaşmamız gerekir. Böylece ülkede başka insan ve kültürlerin olduğunu görür, onlarla karşılıklı saygı içinde ilişkiler kurar barış içinde yaşamayı öğreniriz.
Ve işte o zaman daha yaşanır olur, yuvamız, kentimiz, ülkemiz, dünyamız.
Sevgi ve saygıyla nice sağlık, huzur, barış dolu yıllara…
(Aralık ayı da henüz hesabı sorulmamış pek çok acı ve kara sayfalarla dolu:
19 Aralık 2000 hapishanelerde tutuklu 28 genci yok eden Hayata Dönüş Katliamı,
28 Aralık 2011 F-16 savaş uçaklarıyla Roboski’de çoğu çocuk yaşta 34 gencin katli…
Kim emir verdi? Kim yaptı? Niçin?
Katillere lanet… Gençlere sevgi ve saygıyla…)
Emin Toprak- DOSTÇA
Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Ok.(1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Böl.(1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisans tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Halen emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.