"Enter"a basıp içeriğe geçin

Eskiler ve Yeniler

Peş peşe yinelenen yıllar; dünyadaki tüm varlıklara ve dünyaya en çok zarar veren insanların ömürlerine birer yıl katarak, yaşam için umutlar ve endişeleri de ekerek gelir-giderler.

İşte 2021’in ilk günleri: zaten yıllardır kardan adamı da kar topunu da unutmuştuk, şimdi soğuk hava bile kalmadı, sanki doğa belleğini yitirdi.

Toprağında su kalmamış ağaçlar şaşırdı, dallarında tomurcuklar belirdi ve mimozalar açtı açacak.

Bir endişedir sardı herkesi: acaba, musluklar suya hasret kalacak mı, susuz kalan toprak başak verecek mi, yoksa bereketsiz mi olacak tarlalar?

Peki, daha daha ya sonrası!…

Zaten şimdilerde başımız bir illet virüs ile belada, bir de kuraklık ve kıtlık mı gelecek!

Zaten pek çok ekonomik-insani sorunlarımız vardı, üstüne bir de bu çevresel sorunlar eklendi. Şimdi herkes bu olası çevresel tehlikelerin farkında hem de hedefinde iken, yeni bir yıl geldi. Nedense her yeni yılda hep ‘umut’ galip gelir, bir anda herkes olup biteni ve olacakları unutup, coşku yaşamak ister.

Bellek, yaşantı yüklerimizi taşıyan bir koruyucumuzdur. Fakat o, her şeyi taşıyamaz, onun belli bir alanı ve sınırlı bir taşıma gücü vardır. Onun için de yükün asıl sahibine hiç sormadan kendince bir seçki yapıp hem yer açar hem de yükü hafifletir. Bu seçki sonunda; bazı öğrenme-alışkanlık, bazı dost-dostluk, bazı aşk-sevinç-acılar örtük kalıp unutulur…

Bu unutuş; bazı yaşananları önemiz görmek, engellemek, yok saymak, onlardan uzaklaşma ve ben’i koruma istemidir aslında. Bazen insanın unutmak istemediği bazı yaşantıları da tekrarı olmadığı için unutulur. Çünkü içinizde saklı bir güç, size rağmen karar verir, bu, anlatımı da anlaması da çok zor duruma! İşte bundandır bir insanın, “acaba bana ne oldu” diye korku ve kuşkuyla kendisine bakması.

Aslında insanın belleği; arşiv, müze, ören yeri gibi zamanın durdurulduğu bir yere benzer. Bu yüzden orada kaybolmaz anıların hiçbiri, unutulmuş olanların da herkesin kendi derininde izleri durur. Onlar tıpkı bir tohum gibi yeniden canlanacak, depreşecek bir fısıltı, bir an, bir iklim beklerler.

***

Kuşak Çatışması

Yaşamımıza etki eden her fizyolojik-biyolojik-sosyal olayda diyalektik vardır. Bu “neden-sonuç” ilişkisi sayesinde evrendeki küçücük dünyamızda bulunan tüm canlılar hareketlenir, şekil ve anlam kazanırlar.

‘Kuşak Çatışması’ eskilerin, yenileri beğenmemesi, ya da büyüklerin geçmişte yaşananları: Ben…, Bir zamanlar…, Bizim gençliğimizde…, diye başlayan ‘ben’ merkezli abartılı cümleler kurarak yeni nesli hedef almasıdır. Ki bu anlayış ta antik çağdan beri süregelmektedir.

Bu anlayışta olanlara göre; kendileri geçmişte hep iyi, erdemli, saygılı, başarılı olmuş, yeni nesil ise; kötü-saygısız-başarısız olmuştur. İşte bunun için o büyükler, geçmiş yıllara, geçmiş çağlara dair masalımsı yaşantılar anlatırlar.

Psikoloji kuşak çatışmasını; kişinin geçmişe dair özlem, yenilgi, eziklik ve pişmanlıkları nedeniyle ben’ini korumak için başvurduğu bir ‘yansıtma’ olarak tanımlar.

Eğer bu büyüklük tutkusu içindeki kişiler kendilerine bir ayna tutup yüzleşebilseler geçmişleriyle; yeniyetme ve ergen iken ana-baba-çevre ilişkilerinde yaşadıklarını hatırlayabilir. Şimdiki beklentilerinin geçmişte büyüklerinin beklentileri olduğunu, şimdi yakındığı davranış ve söylemleri kendisinin de yaptığını görecek ve anlayacaktır.

Kuşkusuz, her insanın kendisini önemseyip öne çıkarma çabası içinde olması onun doğası gereği olduğu için ayıplanmaz. Bu herkeste var olan: beğenilme duygusu dediğimiz önemli bir genetik mirastır.

Bu genetik mirası söküp atmak mümkün olmadığına göre, kişinin bu duyguyu abartıya kaçmadan, karşı tarafı ezmeden kullanması gerekir.

Çünkü yeni nesil diye hakir görülenler, bizim çocuklarımız, gençlerimiz ve onlar bizim gelecekte var olmamızı sağlayanlardır. Niçin onları hiç düşünmeden, ego yüzünden hakir görülsün ki?

Neden o çocuk ve yeniyetmelere kendi deneyimlerimizi anlatıp, onların teknolojilerinden pay almayı denemiyoruz? Niçin onları itmek gibi kolay bir yolu seçiyoruz? Peki, neden onlara sevgi ve saygıyla yaklaşıp, dayanışarak böylece daha güçlü olarak sorunlarımıza birlikte çözümler aramıyoruz? Niçin?

*

Günlük yaşamımızın bir parçası olan sosyal medyada ve TV ekranlarında sık sık karşılaştığımız güncel bir konu da:

Bazı kişilerin kendi soyu, kendi inancı, kendi kültür ve yaşam tarzı için masal-efsaneler anlatıp yazmalarıdır. Bu kişiler hep atalarının neler neler yaptığını, inançları, kültürleri ve yaşam tarzlarının üstünlüklerini, erdem ve başarılarını söyleyip, yazarlar.

Kendi üstünlüklerini(!) söylemek, diğerlerini “değersiz-düşman-hain-gavur” diye ayrıştırıp aşağılamak ve ırkçılık yapmak içindir tüm bu çabaları.

Bunlara bu abartılı söz ve paylaşımları yaptıran asıl güç onların derinlerindedir. Psikoloji bunu; ego, eziklik, kompleks ve doyumsuzluk olarak tanımlanır.

Bir de bu sözlerin psikolojik temelini bilmeden cehaletleri yüzünden söz söyleyenler vardır ki, en çok da onlar tutturur, onlar saldırır, onlar bağırırlar.

Fakat ülkede başka yaşam tarzı, başka inanç, başka kimlik sahibi olan kapı komşuları, arkadaşları olduğunu, bu sözleriyle onları önemsizleştirip, üzdüklerini hiç düşünmezler.

Eğer böylesi abartılı bir psikoloji içinde olanlar için sağaltım önlemleri alınmazsa (ki bu, “insani değerler” kazandıracak bir eğitimdir); işte o zaman toplumda nice kişiye, gruba zarar verecek narsisizm ve ırkçılık salgını kaçınılmaz olur.

Emin Toprak- DOSTÇA