"Enter"a basıp içeriğe geçin

Okullarda Neler Oluyor? (1)

Okullarda ‘Yarıyıl Tatili’ bir hafta önce başladı, 5 Şubat günü yeniden çalacak ziller…

Öğrenciler, her tatilde sevinç çığlıkları atarlar!(?)

“Peki, okuldan ayrılmak neden coşku veriyor ki?” diye soran, araştıran olmayınca, bu ‘tuhaf’ olgu da herkesten kabul alıp sıradanlaştı.

Bugünlerde sıradan olmayan iki çığlık daha duyduk! Özel okul veli ve öğretmenlerine ait: öfke-acı-çaresizlik çığlıklarıydı bunlar.

Pek alışık olmadığımız: tuhaflık-benzerlik-zıtlıklar vardı bu çığlıklarda.
Birinci tuhaflık: zengin velilerin çığlık atması. Yakışmadı! Çünkü onlar, yoksul halk çığlık atarken, duymaz görünür ya da önemsiz sayardı.

Bu veliler ki; her yarıyıl tatilini bir fırsat sayar, çocuklara hiç duyurmadan yurtiçi-yurtdışı seyahatler planlar: yol-konaklama rezervasyon işlemleri yapar ve bunları ‘sır’ olarak saklardı.

Sonra da bu ‘sır’, “Yarıyıl ‘Sürprizi!’ olur, kahkahalarla kutlanırdı.

Sizce, kahkahaların, çığlıklara dönüşmesi bir tuhaflık değil midir?

İşte dünün zenginleri, bugün özel okul masraflarını ödeyemeyen birer yoksul olmuş!

Diğer çığlık ise, zengin çocuklarına özel okullarda ders vermek için özenle seçilen öğretmenlere aitti.

Peki sizce, patronlara çok çok para kazandıran bu öğretmenlerin aç kalıp çığlık atması çok tuhaf değil midir?

Hem özenle seçileceksin, patrona da çok kazanç sağlayacaksın hem de aç kalacaksın!

Bu nankörlük değil mi? Hiç yakışmadı!

İşte bu tuhaf çığlıklar, öğrencilerin o bilindik sevinç çığlıklarına karıştı ve daha da baskın oldular.

Devlet olup-biteni, duysun-görsün diye çığlık atıyor veli ve öğrtmenler!

“Bu da geçer!” denmemeli, çığlıklara duygudaş olup ses vermeli.

***

Biraz da çığlıkları duyması gereken devlete bakalım:

Devlet, halka hizmet için kurulan bir organizasyondur. Hizmetlerini halktan topladığı vergilerle yapar.

Demokrasiyi esas alırsa devlet: halkın güvenli bir yaşam sürmesi için bilimi esas alarak ekonomi, eğitim, sağlık vb. hizmetler verir. Ki, böyle devletler çok azdır. Hemen her devlet, küçük bir azınlığın koruyucu gücü ve çıkar sağlayıcısıdır.

Osmanlının eğitim-ticaret hizmetleri, birkaç büyük kente özgüydü. Cumhuriyet dönemi ise ortaçağ ile çağdaşlık yarış ve kapışmasını başlattı. Ve hizmetleri diğer kentlere ve köylere ulaştırmayı başlattı.

Millet mektepleri, kent-köy okulları, parasız yatılı olan: Köy Enstitüsü, Öğretmen Okulu, Sanat Okulları … açıldı. Üniversitelerde akademik çalışmaları arttı.

Köy ve kentlerde öğretmenler; cehalete karşı durdu, demokrasi-laiklik, çağdaş-bilimsel eğitim ilkeleri ve uygulamaları anlatıp tanıttı.

Fakat emperyalist anlayışın işbirlikçisi feodalite ile ırkçılar da hiç boş durmadı. Halk yararına olan çabalar yerine, kendi düzenlerini koruyan ortaçağ cehaletini savundular.

Değişim-gelişim-dönüşüm çabalarını; önemsiz-gereksiz göstermek için çokça yalan, iftira algıları oluşturup, hurafelere sığındılar. Çatışma ve cinayetlerle halkı korkutup gidişi durdurmak istediler.

Başardıkları da oldu başaramadıkları da… Durmadı. Devam ediyor!

Köy Enstitüleri, köy okulları, yatılı okullar, öğretmen okulları hızlı hızlı kapatıldı. Sınavlarla seçkin öğrencileri alıp, onları bilimsel anlayışla ülke kalkınması liderliğine hazırlayan: Fen Liseleri, Anadolu Liseleri ile dünya sıralamasında ön sıralarda olan Üniversiteler sıradanlaştı.

Okulları başarı ile bitiren bilim insanı, doktor, mühendis ve sanatçı değerlerimiz ‘beyin göçü’ olup yurtdışına aktı.

Yavaş-hızlı olarak tüm çağdaş okullara ezberci, dogmacı imam hatip anlayışı egemen oldu. MEB’de; Talim Terbiye Kurulu, Eğitim Uzmanları ve Denetim Sistemi işlevsiz, etkisiz, yetkisiz, ‘imamlar’ etkin kılındı.

Cumhurbaşkanınca atanan, demokratik laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağına yemin etmiş ve görevi: eğitime bilimsel çağdaş bir anlayışı getirmek olan, Bakan Yusuf Tekin, 2024 MEB bütçesine onayı almak için kürsüde vekillere parmak sallayarak dedi ki:

“Sizin ‘tarikat, cemaat’ dediğiniz, bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla 10 tane protokolümüz vardır”

Bu öfkeli sözler; ‘Ortaçağ Anlayışı’nın MEB’de egemen olduğunu, ana okuldan üniversiteye tüm süreçlerin prangalı olduğunun ikrarıdır!

Ve “Tarikat ve cemaatler bütün devlet kurumlarında egemenlik kurmuş!” olduğunun onanmasıdır.

İşte bu anlayış, yasaları yok sayıyor, cemaatin emiriyle çalışıyordu!

Bunlar, “Devlet görevini neden yapmıyor? diyenler için de: bir bahane, bir de çare bulmuşlardı.

Bahane:

“Devlet hantallaşmış, bu hizmetler için yeterli kaynağı ve parası yok!.”

Çare:

“Özelleştirme yapılmalı, vatandaşı sermayeye “müşteri” olmalı…”

Deyip çareyi uygulamak için özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerinde kalite bozulmasına fırsat verdiler. Memnun olmayanların artışı, arayışı, kaçışı ve ‘özelleştirmeler’ böylece başladı.

Tabii ki kaçıp kurtulanlar, çok zengin ve orta zenginlerdi, artık kıymetli çocuk ve canları özel okuldan eğitim, özel hastaneden sağlık hizmeti alacaktı.

***

Müşteri bulan, özel okul ve hastane zincirleri de çoğaldıkça çoğaldı.

Artık şafakta uykusuz olarak yola çıkan 6-18 yaştaki çocuklar, dura-kalka kitlenmiş kent trafiğinde uyur oldular.

Ne zaman ki, Osmalıcı anlayış faiz haram deyip naslarla yol alınınca, o zaman enflasyon üç basamaklı sayılara ulaştı.

En zenginler daha da zengin, orta zenginler yavaş yavaş fakirleşip asgari ücret alanlara benzer oldular.

Enflasyonun baskısı ile müşteri kaybı, özel okul ve hastaneler büyük sıkıntılar yaşattı. Beyin göçü hızlandı.

Patronlar zararı; emekçi öğretmenleri asgari ücretin de altında çalıştırma ve öğrenci ücretlerine astronomik zamlar yaparak karşılamak istediler!

İşte milyonların çığlıkları tam da bu yüzden arttı.
*

(Şimdi bir parantez açmak zorundayım, açtım bile.

Çünkü şu an:

“Yoksul halk yerine zenginleri mi anlatıyorsun!”

Seslerini duyuyorum.

Bu dostlar yüzde 90’ı yoksul halkımızı anımsatıyor bana.

-Hayır, hayır! Onları hiç unutmadım, tam da yazıyordum:

Onların: ‘durumu yok!’.

Onlar, kalitesizliğe, eşitsizliğe hele de ezberci eğitime: ‘kader’ diye boyun bükmüş, çığlıklarını da içerilerine akıtmışlar.

-Evet, evet! Yüzde 90’ların ‘durumu’, asgari koşulların da altında…)

*

Konu önemli, yazılacaklar da bitmedi.

O halde tekrar buluşma-konuşma sözü verip, üç nokta ile bitirelim…

Emin Toprak – DOSTÇA