Aralık, yılın tüm acı ve sevinçlerinin toplandığı yorgun bir aydır.
Bu ayda, ülkedeki herkese-keseye dokunan gelecek yıl bütçesi hazırlanır. Bütçeler, toplumsal yaşamın güvenli-özgür-huzurlu olmasını sağlamak ve imkanları adilce paylaşmak içindir.
Mecliste yapılan bütçe görüşmelerinde geçmiş yıllarla yüzleşme, gelecek için umut, ihtiyaç, dilekleri dile getirilir ve yeni bir yıla kapı aralanır.
Ekranların bu ayda bolca izleyici bulması da bundandır. Fırsat buldukça bu izleyicilerden biri de ben olurum.
Politikacılar, dört yılda bir yapılan seçimlerdeki gibi bütçe görüşmelerinde de kürsüde olurlar. İktidar yanlısı vekiller iktidarı savunmak için bolca hamaset yapar, muhalif olanlar ise hesap sorarlar.
Her iki taraf da bu fırsatta: “23 Nisan heyecanı” içinde “seçmene selam” konuşmasını yapmış olurlar.
Çünkü, ülkemizde; ‘çoğulculuk’, ‘çokseslilik’ ‘demokrasi’ yok olmuştur.
Yasama-yürütme-yargı güçleri ‘Tek Kişi’ iktidarında birleşince de güç zehirlenmesi ülke çapında korku iklimi yaratmıştır. Bunun etkisiyle de parlamento ile yargı etkisiz-yetkisiz-işlevsiz-suskun kalmıştır.
Ancak, bütçe görüşmelerinde, suskun bırakılan muhalif parti ile vekillere yasa gereği ‘mecburen’ söz hakkı verilir. Böylece nefessiz bırakılan parti ve vekiller de bir nefes almış olurlar.
Onlar da bu fırsatta kısıtlanan hak ve yetkilerini hatırlatıp hesap sorarlar.
Hangi hakkı kimin, nasıl kısıtladığını söylemeden önce yasalara göre ana kurumların görev ve yetkilerini hatırlamak gerekir.
*
ÖN AÇIKLAMA:
Toplumsal yaşam, üç ana güç olan yasama-yürütme-yargı işbirliği içinde düzenlenir ve sürdürülür. Ve ‘Kuvvetler Ayrılığı’ denen ilkeye göre, bu üç ana gücün hiçbiri diğerinin emrinde değildir.
Beğensek de beğenmesek de uymak zorunda olduğumuz bir anayasamız var. Bu görev alanların, esas aldığı, üzerine namus ve şeref sözü vererek yemin ettiği bir anayasadır ve: “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” der.
Sonra da üç ana gücün görev-yetkilerini sıralar:
“YASAMA yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
“YÜRÜTME yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”
“YARGI yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.
Özetlersek: toplumsal yaşam kuvvetler arası bir denge-denetim ile sağlanır. Bunun için gerekli yasaları yasam’a hazırlar, yürütme uygular, yargı ise hukuku esas alan kararlarıyla yasama ve yürütmeyi denetler.
**
GÜNCEL DURUM:
Duvarına iri puntolarla: “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı ve yasama yetkisi verilen TBMM’de yasa gereği 600 Milletvekili bulunur.
TBMM, 2023 yılı boyunca:
-*295 maddeyi görüşmüş.
-*37 teklifi yasalaştırmıştır.
Bugünkü anayasa yürütme yetkisini tek başına Cumhurbaşkanına vermiştir. Ve Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin de genel başkanıdır. 2023 yılında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adına yapılan çalışmaların birkaçı ise:
-*227 maddeden oluşan 41 ‘Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’,
-*1499 madde olan 577 ‘Cumhurbaşkanlığı Kararı’ çıkarmıştır.
-*Anayasa, ‘ulusal ve uluslararası yargı kararlarına uymayı zorunlulu kılar. Ancak, bu kararların bazısına uyarak, bazısına da uymayarak ‘keyfi’ davranışlar gösterilmiştir.
-*Yargı çalışanlarının maaş-atama-yükselme gibi tüm özlük hakları bir ‘koz’ ya da tehdit aracı olarak kullanmıştır. Bu korku ile tehditler etkili olunca da önemli sayıda yargı çalışanı iktidarın isteği doğrultusunda etik ve hukuk dışı kararlara imza atmıştır.
-*YSK’nın aldığı bazı hukuk dışı-garip kararları yüzünden yaşananları henüz unutmadık. Bugünlerde ise yargıda çıkara dayalı girift karanlık iş ve ilişkiler çoğaldı.
-*AYM ve Yargıtay arasında başlayan kavga büyüdü, daha da büyüyecek.
Yukarıdaki birkaç sayı ve başlık bile bize toplumsal yaşamımız için gerekli olan kuvvetler arası denge-denetimin nasıl bozulduğunu apaçık göstermektedir.
Demek ki, yok sayılan, susturulan, sindirilen işlevsiz bırakılan vekiller de çok zor durumdadır. Onlar da kendilerini ezik-mahcup bırakan durum ve duygulardan arınmak istemektedir. O halde onların aralık ayını bir fırsata çevirme istekleri doğaldır.
Az sayıda vekil de ülkemizin; demokrasi, hukuk, insan hakları, eğitim, ekonomi, bilim, sanat alanında dünyadaki ki yerini anlattı. Böylece ülkemizin başarı, kazanç ve kayıp karnesini görmüş/duymuş olduk.
Bugünkü yokluk, yoksulluk, hukuksuzluklardan kurtulmamız için sosyal, ekonomik, kültürel ve yönetsel alanlarda pek çok değişime ihtiyacımız var. Ve öncelikle tüm sorunlarla yüzleşmemiz gerekir. Bunun için de olup bitenlere eleştirel bakan, farklılıkları önemseyen, farklı düşünen ve çözüm arayanlara çok çok ihtiyacımız var.
***
İşte bir ‘Aralık’ daha halkımıza büyük bir bagaj bırakıp, çekip gitti!
Bu bagajda; halktan görev/yetki almış ‘seçilmişlerin’ hem gasp edilmiş hakları hem ahları hem de iş başına oturtulan ‘kayyumların’ yolsuzlukları var!
Bu bagajda; demokrasi, hak, özgürlük yoksunu kalanlar ile aç ve acılı olanların çığlıkları var!
Ve bu bagajın tüm hukuksuzluk-zalimlik öznesi failleri: ya dokunulmaz ya yalanlarla aklanmış ya da ‘zaman aşımı’ ile gizlenmiş olup ‘cezasızlık’ ödülü almıştır!
Acı, kötülük ve çürümüşlük taşımakta olan bu bagaj, işte bunun için çok kötü kokular saçıyor!…
Yerel seçimlere çok az kaldı. Devletin tüm güçlerini elinde bulunduran iktidar da bu seçimi kazanmak için halkı kutuplaştırmak ve çatıştırmak istiyor.
Kim bilir bu senaryo için hangi algılar yayacak!
**
Ben bu satırları yazarken, 1970’lerde duyduğum, okuduğum ve unutmadığım bir sosyoloji terimini anımsadım o terim:
“Anomi!”
Bu terimi kullanan ilk bilim insanı da Fransız Sosyolog Emile Durkheim olmuştur.
Anomi: toplumsal kural ve etik değerlerin geçerliliğini yitirmesi, birey ile toplum arasında çatışma yaşanmasıdır. Anomi, tek sözcükle: ‘kaos’ veya ‘kuralsızlık’ olarak da tanımlanabilir.
Anomi olan yerde; kurallar bozulur, baskı, şiddet kullanımı artar, haksız kazanç edinenler ve bunlara özenenler çoğalır. Toplumsal farkındalık ile kişilerin toplumla barışıklığı azalır. Böylece örtük kalan tüm öfke-kin-şiddet duyguları ortaya çıkar, suç ve suçlular çoğalır.
Kaos başlar!…
Emin Toprak – DOSTÇA
Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Ok.(1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Böl.(1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisan tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Halen emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.