"Enter"a basıp içeriğe geçin

Depremle Yaşamak

6-7 Şubat 2023 günü peş peşe çok büyük yıkım yapan iki deprem oldu. 13 milyon insanın yaşadığı bölge enkaza döndü. 10 Şubat Cuma gününde can kaybı: 20.213, yaralı 80.052 kişi ve 6.444 bina çöktü!

Geçmişte böyle bir olay olur olmaz, Kızılay, sağlık eleman ve araçları eşliğinde hızlıca o bölgeye gedip, çadır ve mutfaklarını kurar, İtfaiye ve TSK’nın eğitimli personeli de kurtarma çalışmalarına başlardı.

Fakat felaketin yaşandığı 6 Şubat günü böyle bir çalışma yoktu. Özellikle kayıpların en çok yaşandığı Hatay ilinde yardıma koşan hiçbir örgüt ve organizasyon yoktu. Özetle, devletin sesi de hizmeti de yoktu.

Oysa bilenler ve bilim böylesi felaketlerde ilk 8 ve 24 saatin yaşam için çok önemli olduğunu söylerler.

Deprem depremzedeleri uykuda yakalamış ve büyük çoğunluğu enkaz altında kalmıştı, kurtulanlar ise yalın ayak ve pijamalarıyla sokaklardaydı.

Her taraf enkaza dönmüş, su, elektrik, doğalgaz, kesilmiş, cadde-sokak yollar geçilmez, havaalanı kullanılmaz olmuştu.

Halkın arasına ancak 8 Şubat 2023 günü gidebilen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pazarcık ilçesinde bir depremzede vatandaşa:

“Olanlar hep oldu. Bunlar kader planının içinde olan şeyler” diyebildi.

Bu, boyun eğip susunuz demektir!

Fakat cılız da olsa bazı vatandaşlar ve muhalefet susmadı:

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, 8 Şubat günü Twitter hesabında:

“Halkımızın halini yerinde gördüm. Yaşananlara siyaset üstü bakmayı, iktidarla hizalanmayı reddediyorum. Bu çöküş tam da sistematik rant siyasetinin sonucudur. Erdoğan’la, sarayıyla ve rant çeteleriyle hiçbir zeminde buluşmayacağım. Ben halkımın kavgasını vereceğim. Sonuna kadar.” diyordu.

Boyun eğip susun diyen Erdoğan, henüz 48 günlük başbakanken 1 Mayıs 2003 günü Bingöl’de (6,4) deprem 625 binayı yıkmış ve en az 176 kişinin de ölümüne neden olmuştu. Ve Erdoğan, devlet adına şunları söylemişti:

“Yeraltında fay kırıklarından önce bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır. Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkanlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Olay kader diye geçiştirilemez… İnşaatlarda zemin etüdü, malzeme ve kontrol eksikliği varsa netice bu olur.”

Demek ki, bu ölüm ve yıkımların sorumluları: ar damar olmayan, hırsız, yankesici, kapkaççı, ahlaksız, demokrasi-hukuk düşmanı, kamu otoritesi ve devlet imkânlarını kullanan kalpazanlardır!

Ve bu olay, ‘kader’ diye geçiştirilemez!

Onun gerçekleri anlatan sözleri halktan çokça beğeni ve alkış almıştı.

Şimdi biraz da günümüze dönelim.

Sayın Erdoğan 21 yıldır çok az padişahın sahip olduğu yetkilerle görev yapıyor. Sanırım biz de vatandaş olarak ona sorular sorup cevaplar almalıyız. İşte benim sorularım:

Soru 1: 21 yıllık muhteşem iktidarınızda ‘Ar damarları olmayanlar’ hakkında neler yaptınız, yurdumuzda; ‘Ar damarları olmayanlar’ çoğaldı mı yoksa azaldı mı?

Soru 2: 6-7 Şubat depreminde de kamu otoritesi, devlet imkanlarını kullan kalpazanlar var mıdır, varsa ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Soru 3: 6-7 Şubat deprem felaketi için İBAN numaralarına yine bağış isteniyor. Tabii ki bu çok haklı bir istek, çünkü zarar çok büyük! Peki, 1999’dan beri bağışlar dışında “deprem vergisi” bilinen, resmi adı ise “ÖİV” olan vergi tutarının 685 milyar lira olduğu söyleniyor, acaba bu para nemalandırılmış olarak duruyor mu?

***

Doğa bir döngü içinde varlıkları geliştirip, dönüştürüp var ederken bazen de: yıkar-yakar-yok eder.

Fakat doğanın ayrılmaz parçası olan yaşam, bu ‘yıkımlar’ karşısında hiç pes etmez ve fırsat bulduğu bir yerden yeniden fışkırarak devam eder.

Anadolu coğrafyası da böylesi bir döngünün kadim ev sahipliğini yaparak birbirinden habersiz yaşamış pek çok kültürün beşiği olmuştur.

Bunun içindir ki, kazdıkça toprağın derinliklerinden kat kat olmuş kültürel kalıntılar çıkmaktadır.

Demek ki coğrafyamızda depremler hep olmuş ve olacaktır. O halde bu kadere boyun eğmeden, bilimsel önlemler alarak depremle yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Tıpkı Japonya gibi…

2021 yılı yazında peş peşe yaşanan yangın, deprem ve sellerin üzüntüsü ile yazdığım Coğrafya Kader Mi? son satırları şunlardı:

“Eğer halkımız, geçen yaz yaşanan yangın, deprem, selleri ve onların yaşattığı acı ve kederleri, çare bulunmaz bir ‘kader’ sayarsa…

Ve eğer, tüm acıları sorgulayıp bir daha yaşanmaması için iktidarı önlem almaya zorlamazsa, o zaman gelecek yaz ve sonrası yıllarda aynılarını, belki daha da büyüklerini yaşarız.

Fakat eğer, yangınları söndürecek uçaklar, araç-gereçler, deprem ve seller için de gerekli koruyucu önlemler alınırsa, o kader de kederler de değişir.

Bunun için de bilimsel, demokratik ve barışçıl birliktelikler gerekir.”

Evet eğer halkımız bu iktidara, 20 yıl öncesi hesapları bile sormadan, 2021 yılı yazını milat alıp; yangın, deprem ve sellerdeki yönetimsel suç ve kusurlar için hesap sorulabilseydi.

Mutlaka bugün;
*Ormanlarımız daha iyi korunur, yangınları söndüren uçak ve teknolojimiz olurdu.
*Ülkemiz kaynak ve bütçesinin karadeliği olan “Bir gece ansızın” seferleri son bulur, ölümler olmaz, tank, top, bomba, *İHA, SİHA, mermi … için harcanan milyarlar, yaşatacak kaynaklara dönüşürdü.
*Halkın deprem toplanma alanları imara açılmaz, deprem yönetmeliği esas alınır, fayların üzerine havaalanları ve yaşam alanları yapılmaz, tarım alanları imara açılmaz, kamu malı olan toprak, maden, dereler yandaşa peşkeş çekilmez, ülke bütçesi açık vermezdi.
*40 yıl sonrası torunlarımızı borçlandıran, adrese teslim ihalelerden vazgeçilirdi.
*Ülkemiz olağan yönetilmiş olduğu için yönetim yetersizliği yaşandığında başvurulan ‘Olağanüstü Hâl’ (OHAL) ilan etmeye gerek olmaz, böylece önümüzdeki seçimleri etkileyecek daha az ‘algı’ üretilmiş olacaktı.
*Ve büyük bir yıkıma neden olan Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye depreminde ölü ve yaralıların binlercesi sağlıklı yaşayacak, yıkılan on binlerce konuttan binlercesi yıkılmamış olacaktı.
*Ve eğer bu hal olmasa, OHAL ilan etmeye bile gerek kalmazdı!

Demek ki, bu acıların yaşanmasından sadece tek kişilik iktidar değil, bizler de sorumluyuz!

Nazım Hikmet’i saygıyla anıp, onun dizeleriyle bitirelim:
“…Koyun gibisin kardeşim,

deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer…”

Emin Toprak – DOSTÇA