Yazmanın, konuşmanın ve özetle bir şeyleri ifade etmenin daha riskli hale geleceği bir sürece giriyoruz. İfade ettiğimiz her kelimeyi artık daha fazla düşünmek zorundayız. Mühim olan bunlar mı, benim açımdan elbette değil. Koca bir ülke elden gidiyor…
Çay içerken, yemek yerken ya da ders çalışırken her an aklımda tek bir soru var: Ne olacak? Bundan sonra, belki de yarın sabah nasıl bir ülkeye uyanacağız? Sevgili, okur bu yazıda ekonominin nasıl olması gerektiğinden veya demokrasinin öneminden bahsetmeyeceğim. Çünkü o aşamayı geçeli çok oldu. Hepimiz için ortak bir soru, sorun var. O da bundan sonra ne olacağı. Çünkü artık her gün daha fazla yoksulluğun ve beraberinde çürümenin olduğu bir ülkede gözlerimizi açacağız. Makul talepler aşırılık olarak görülecek, ihtiyaçlar lüks olarak algılanacak. Ve böyle bir ortamda ortalama hukuktan, demokrasiden ve benzer durumlardan bahsetmek toplumsal refleks olarak saçmalık olarak algılanacaktır. Bunun için diri kalmanın dışında başka bir çaremiz yok. Ama bu dediğim diri kalma, düşünmeye devam etme daha hassas davranma ve toplumsal değerleri koruma artık pek mümkün görünmüyor. Çünkü bu tarz durumların sürdürülebilirliği veya varlığı için ortalama yaşam olgusuna ihtiyaç vardır. Her geçen gün fakirleşen (afgani parasına karşı parasının değer kaybettiği) bir ülkede maalesef ki dirençli kalmak, değerlere sadık olmak mümkün değildir. Bu tarz durumlarda bütün tarihin bize izah ettiği bir şey var. O da toplumların yaptığı tek şey savunma mekanizması geliştirmektir. Fakirliğin ve korku imparatorluğunun altında tek alternatif günü geçirmek ve daha stabil (durağan) bir hayata geçmektir. Elbette ki arada sesini yükselten, itiraz eden ve sonuçlarına bakmaksızın karanlıktan çıkmak için mücadele edenler olmuştur. Lakin ortalama bir yaşam kurmayı başaran azımsanamayacak kadar ülke/ülkeler olduğu kadar, bataklıkta debelenen ülkelerin (toplumların) sayısı da azımsanamayacak derecededir. Ve maalesef ki bu eşik beraberinde büyük tehlikeler getiriyor. Çünkü yarının belirsizliği herkesin birbirine kuşkuyla bakmasına ve günübirlik bir yaşama yönelmesine sebep oluyor. Ekonomisi batan bütün ülkelerde istisnasız toplumun birbirine güveni yerle yeksan oluyor ve muhtemel taraf olma ya da kendine sansür uygulama kaçınılmaz olmuştur. Bütün bunları alt alta topladığımızda ne olacak diye sormadan edemiyoruz. Ve artık bir süre sonra bunu sormayı da bırakacağız. Yukarıda sıraladığım bütün sebeplerden dolayı çürüme derinleşecek. Ve yarın yarın olmayacak. Toplumun idea dünyası çökecek, şiddet artacak ve kaos oluşacak. Temennim bunların hiçbirinin olmaması. Ama ben artık kendini bilmeyen bir muhalefet ile rayından çıkmış bir iktidarın bu ülkeye vereceği tek şey acı, fakirlik ve çürümenin dışında bir şeylerinin olduğunu düşünmüyorum, umut ediyorum ama düşünmüyorum.
Sevgili, okur ülkemizin gözünün önünde hepimiz için yürek burkan bir durum. Bir girdabın içinde debelenip duruyoruz. Korkum odur ki bu çamur bizi içine çekecek. Daha da çıkamayacağız. Özetle sevgili okur ben artık yarına uyanmak için yatmıyorum, sadece uyumak için uyuyorum. Çünkü yüz yıllık tarihimizin hepsi tekrardan ibaret. Ne olacağını, yarın bizleri nelerin beklediğini kestirmek çok zor değil. Bunu nereden mi biliyoruz? Bir ülkede Merkez Bankasında ne kadar Swap olduğu konuşuluyorsa ve daha nice belirti ile beraber o ülke batmıştır. Ve batan bir ülkenin ne iç ne de dış hiçbir güvencesi yoktur.
Üzülüyorum, yoruluyorum ve ülkem için endişe duyuyorum. Hak etmiş olsak dahi kendimi yarın olacakların ihtimalinden alamıyorum.
Sağduyulu olmalıyız, ama haklarımızı bilmeliyiz. Haklarımızı talep ederken kavga etmeden, kargaşaya gelmeden; çatışmaya meydan bırakmadan insanca konuşmayı öğrenmeliyiz. Bu sefer biz başarmalıyız. Yoksa bu belirsizlik hepimizi içine alacak. Diyordu ya Nazım Hikmet “Sen yanmazsan ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” Bizi toplum olarak bekleyen büyük bir bedel var. Kendimize, kendi varlığımıza güvenmenin dışında başka bir çaremiz yok.
Yönetenler inat ettikçe kriz daha da derinleşecek, birileri ekmek yerine pastayı önerecek ama… Sonuç itibariyle yarın nasıl olacak, nasıl bir ülkeye uyanacağız hiç bilmiyoruz. Hanedanlığa geçiş mi, demokrasinin şahlanışı mı buna bizler karar vereceğiz. Ve bizi çok zor günler bekliyor, sağduyumuzu kaybetmemeliyiz. Aksi takdir de bizim başka bir ülkemiz yok. Haklarımızı kullanalım ama uyanık olalım, kavga etmeden ve/veya çatışmaya meydan bırakmadan yapmalıyız.
Umarım bu karanlık günlerden sonra demokrasisini inşa etmiş, hukuken bağımsız ve yüksek eğitime sahip bir ülke olma fırsatına erişiriz. Çünkü dedemle, babamla ve bütün büyüklerimle ortalama aynı havayı solumayı (darbeler ve ekonomik krizler Türkiye’sinin havası) bırakmamız, kendimize yeni bir kader tayin etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Tiyatro önerisi, Deliler ve Beyoğlu olmak üzere iki muhteşem güldürüyü tavsiye ediyorum. Gülmeye ihtiyacımız var.
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).