"Enter"a basıp içeriğe geçin

Demokrasi mi Teokrasi mi?

“Dünyada bilinen 4300 din var.” cümlesi notlarım arasındaydı. Cümle, okuduğum bir kitap ya da makaleden bir alıntıydı. Ben de bugün bu cümleye, bir duygu katmak, ‘ne kadar da çokmuş!’ diyebilmek için küçük bir ekleme yaptım:

“Dünyada bilinen 4300 din varmış!”

Ve ayrıca her din içinden de hiç benzeşmeyen, birbirine düşman olmuş onlarca mezhep, tarikat, cemaat türemiş!

Demek ki, tarih boyunca bu 4300 dini anlayışlar kural ve öğretilerini insan topluluklarının beğenisine sunmuş. İnsanların ilk ataları da bu inançlardan birini seçmiş ve o inancı gelecek nesillerine miras olarak bırakmıştır. Ret etmesi çok zor olan bu değişmez dogma, nas dolu bu inanç sistemleri, sonraları toplum içi ve toplumlar arası barışı yok eden savaşların en önemli aracı olmuştur.

Çünkü her kişi ve toplum seçtiği inanç ya da yolu; en doğru, en kutsal, en gerçek kabul etmiş. Kendi inancında olmayanları da en yalan, en yanlış, en sapık ve düşman saymıştır.

Tarih boyunca dinlerin kutsal ve sorgulanmaz değerleri: “en doğru, en…” diye diye bir düşmanlık öfkesine ulaşır. Sıradan insanların bu öfke gücünü çok ustaca yöneterek kendilerine çıkar sağlayan krallar, tiranlar, derebeyleri, ağalar, beyler, ruhbanlar, şeyh, hoca ve onların koruyucusu devletler, bu sihirli gücü yoksul halka karşı bir zulüm ve sömürü aleti olarak kullanırlar.

Bu çıkarcılar, sosyal psikolojinin yöntemleriyle algılar oluşturarak; içten duygularla dinini ve onun kutsallarını önemseyen, ibadet edip tapınan, çile çeken, adaklar adayan halkı: “vatan, millet, din, ümmet, inanç, …!” gibi ego azdırıcılarla cephelere sürüyordu.

İşte bu uğurda; nice savaşlar çıkmış, nice kentler, kültürler yanmış, yıkılmış, yok olmuş, nice insanlar; ölmüş-öldürmüş…

Ve tüm insanlık çok büyük acılar yaşamıştır.

***

Yukarıdaki tarihsel özeti, hepinizin duyduğu bir konuşmayla güncellemek istiyorum.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık günü:

“Bir Müslüman olarak NASLAR neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu.” dedi.

Sanırım bu açıklamayı; Merkez Bankasının faiz oranını, yüzde 9,50’den yüzde 8,50’ye çekme kararına, bir inançsal gerekçe olsun diye ve hem de bu kararın baş sorumlusu olduğunu belirtmek için yaptı.

Tabii ki, bu mesaj istenen dindar kitleye ulaştı ve onlar da ‘Müslüman kararı ve nas sorgulanmaz’ diyerek alkışladılar. O zaman biz de onlara ve herkese şu soruyu sormalıyız:

“Peki, Müslüman NASLARA uygun faiz yüzde 8,5 mu?”

Ki, bu sözleri söyleyen Sn. Erdoğan “Ben ekonomistim” demiş, ekonomi literatürüne de: ‘Faiz sebep enflasyon sonuçtur’ teorisiyle katkı vermiş birisidir!

20 yıldan beridir de ülkenin: en yetkilisi, en etkilisi, en sorumlusudur. Ve ayrıca, her yıl ülkenin bütçesini olası faiz oranlarına göre hazırlayan ve hiç değiştirmeden meclise onaylatan da kendileri…

Nas, İslâm ansiklopedisinde: “Allah’ın ve Peygamber’in sözü” olarak tanımlanır. Eğer, ülke yönetimi inanç sitemine dayalıysa, orada naslara uyulması zorunludur. Bu, bir “Teokrasi” anlayışıdır. Teokratik ülkelerde devlet, din adamlarınca yönetilir. Dünyada ‘naslarla’ yönetilen çok az Teokratik ülke vardır.

Sayın Erdoğan’ın sadık kalacağına dair yemin edip, söz verdiği şimdiki anayasada (eser miktarda da olsa, sözde bile kalsa); “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu açıkça yazılıdır.

Anayasalarında: “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazılı olan ülkelerde, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü esas alan kuvvetler ayrılığı vardır. Demokrasilerde nas ve taassup buyrukları değil demokratik özü olan, bilimi esas alan yasalar geçerlidir

Erdoğan, ülkede baskılanan demokratik hakları geliştirmek, demokrasi ve hukukun olduğu barışçı bir iklimi geliştireceğine, Ortaçağ’ın korkulu karanlık iklimini geri getirmek, o iklimin nasları ve tek kişi buyruklarıyla ülkemizi yönetmek istiyor.

Dünyada artık ‘yerli ve milli’ olmak diye bir olgu kalmadı. Çünkü doğa kendi doğal iç devinimiyle değişip dönüşürken, insanlar ve kültürler arasında da sosyal ve ekonomik ilişkiler çoğaldı. Böylece oluşan iletişim, etkileşim, kaynaşma iklimi, genetik yapıları bile etkilenmeye başladı. Bu nedenle artık dünyada ne arı bir ırk ne de arı bir kültür kalmıştır.

İnsanlığın övüncü olan, çok seslilik, çok renklilik ve bağdaşan uyumluluk durumu aslında dünya barışının bir habercisidir.

***

Bir alıntı ve iki cümlelik sözden yola çıkarak yapılan değerlendirmenin sonuna geldik artık. İsterseniz aynı eleştirel bakışla birazcık da ülke insanımızın gerçeklerine bakalım:

İktidar-muhalefet ayrımı olmaksızın, insanlarımızın büyük bölümü: kendi kimliği, kültürü, inancı, yaşam tarzı gibi değerlerini “en iyi” kabul ederken, diğer kimlik ve kültürleri yanlış-eksik-öteki-önemsiz görüp istemez olmuştur.

Birçok kültürü içinde barındıran bir ülkemiz var. Bu zenginliklerin bir arada huzur ve barış içinde yaşama hakları var. Bunun için de öyle bir aşı olmalıyız ki, her zaman kimliğini önceleyen ve kendini hep üstün gören ‘bencil’ anlayışlarımız ‘eşitlikçi’ anlayışlara dönüşüp, değişsin.

Dilerim ki bu çağda ülkemiz, “Demokrasi mi Teokrasi mi?” ikilemini hiç yaşamadan demokrasi, özgürlük ve barıştan yana olur.

Barış içinde sağlıklı kalınız…

Emin Toprak – DOSTÇA