"Enter"a basıp içeriğe geçin

Osmanlı’da “Yaprak Dökümü”

Bizsiz bize yetmezdi güçleri

Bizimle güçlenerek yettiler bize…

Bugünlerde televizyon ekranlarında tekrarına denk geldiğim ‘‘Yaprak Dökümü’’ dizisinden bahsetmek istiyorum. R. Nuri Güntekin’in eşsiz romanından esinlenerek çekilen dizi, ülkemizde yoğun ilgi görmüştü. Öyle ki yıllar sonra yayınlanan tekrarları bile milletimiz tarafından hala teveccühle karşılanıyor. Bense sizlerle gerçek ‘‘Yaprak Dökümü’’ manzarasını paylaşmak istiyorum. Dizi karakterlerinden Oğuz Ayhan’ın dediği gibi ‘‘Hele bir parasız kalın bakalım. O ihtiyaçlar bir karşılanamasın da görün! İşte o zaman ömrünüzün sonuna dek sadece yaprak dökümü manzarası seyredersiniz!’’

Hadi gelin beraber seyredelim…

Yedi iklim, dört kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu, önce duraklama, sonra çöküş sürecine girmişti. Saray, bu gidişatı durdurup, devleti eski kudretine döndürebilmek için çare arayışındaydı. Otuz üç yıl boyunca hüküm süren Abdülhamit Han, devleti yeniden toparlamak için; dış siyasette denge politikası izlerken, iç siyasette ise dinimiz ve medeniyetimize yeniden dönmemiz gerektiğini düşünüyordu. Ve böylece Pan-İslamizm denen bir düşünceyi yaymak istedi. Çünkü Ulu Hakan’a göre tek kurtuluş, yeniden İslam’a yönelmeye ve ümmetin bir araya gelmesine bağlıydı.

Olmadı…

Bir yandan Avrupalı devletlerin baskısı diğer yandan Jön-Türklerin aman vermeyen yıldırıcı faaliyetleri sonucu Abdülhamit Han tahttan indirildi. Fitnenin intibahına çalışanlar, muvaffak oldu vesselam. Onlara göre Osmanlı’nın kurtuluşu Doğu’dan yani öz kaynaklarından değil, tamamen Batı’dan geçmekteydi. Ve böylece ‘‘Batılılaşmak’’ denen yeni bir siyaset tarzı başlatıldı. Batı’nın sadece topu tüfeği değildi örnek alınan, topyekûn bir benzeme çabasıydı hedef olunan…

Fransız İhtilali’nde dünyaya yayılan eşitlik, özgürlük, kardeşlik gibi popülist değerlerin de etkisiyle Osmanlı’da köksüz (ve hatta öksüz) bir dönem başlıyordu. Oryantalist bir yaklaşımla hareket eden Genç Osmanlılar, toplumun değer ve inanç yapısını hiçe sayarak tepeden inme bir ‘‘batılılaşma’’ hamlesini devreye soktular.

İşte bu dönemde alegorik eserler kaleme alınmaya başlandı. H. Ziya Uşaklıgil, R. Nuri Güntekin, Recaizade M. Ekrem gibi yazarlar, devletin içinde bulunduğu duruma tepkisiz kalamayarak; kimisi köşk, kimisi araba, kimisi ise bir aile üzerinden Osmanlı’nın ahvalini resmetmeye başladılar.

‘‘Yaprak Dökümü’’ romanı böyle bir iklimde kaleme alındı. Çoğumuzun bildiği gibi, emekli Kaymakam (mutasarrıf) A. Rıza Bey’in, ailesiyle beraber İstanbul’a yani Batı’ya gelmesiyle olaylar zinciri başlar. Trabzon’da son derece muktedir olan A. Rıza Bey prensip sahibi biridir. Fakat Trabzon’dan, İstanbul’a gelişe, yani bir anda ‘‘batılılaşmaya’’ ayak uyduramayan ailesi, evlerinin kapısını düşmana açar. İstanbul’un yozlaşmış ahlak yapısını çağdaşlık olarak gören A. Rıza Bey’in çocukları, ‘‘tek dişi kalmış canavar’’ın (Batı medeniyeti) gerçek yüzü karşısında neye uğradıklarına şaşırırlar. Ancak artık çok geçtir. Dalından kopan yapraklar gibi birer birer yitip giderler. Koca bir çınar ağacı olan Osmanlı’daki ‘‘Yaprak Dökümü’’ gibi…

Son bir güçle çocuklarını yeniden o ağacın altında birleştirmek isteyen A. Rıza Bey, hastalanır ve ‘’yeni’’ye boyun eğmek zorunda kalır. Fakat bu yeni düzen, Osmanlı’ya çare olmaz. Aksine ondan pek çok şey alıp götürür. Nihayetinde ‘‘yeni’’ galip gelmiş, Batı’nın ‘‘Hasta Adam’’ dediği Osmanlı yıkılmış, ‘‘A. Rıza Bey’’ vefat etmiştir. Kalan birkaç solgun yaprakla Trabzon’a geri dönen aile, Hayriye Hanım’ın (A. Rıza Bey’in eşi) ailesinden kalma evde; öz yurdunda, ana topraklarında, Anadolu’da yeniden yuvasını kurmaya çalışacaktır.

Artık Batı taklidi değil, bizi biz yapan değerlerin ‘‘yeni’’ bir başlangıcı, yeni bir ‘‘kurtuluş’’ mücadelesinin vaktidir.

Küçülerek büyüyen Türkiye’miz gibi…

 

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım!
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

(N.F.Kısakürek-Muhasebe Şiirinden)