"Enter"a basıp içeriğe geçin

Pandemi sürecinde lenf ödem hastalığıyla imtihanım

Dünya, ülkemiz, Nisan ayında  Corona virüsüyle uğraşırken, benim derdim bambaşkaydı. Herkesin kıyameti kendine kopuyor. Salgın yeni patlamış, eş, dost akraba, herkes birbirine evde durmasını öneriyor, ben çevremdeki hastaneleri dolaşıyordum.

Daha önce doktora gitmeyi kabul etmeyen lenf ödem hastası kızım, tam salgının ilk günlerinde ikna olmuştu hastaneye gitmeye. Annem de seneler önce aynı hastalık nedeniyle hastaneye yatmıştı. Bu öyle bir hastalık ki özellikle ilerlemişse tedavisi çok güç, tam uzmanını bulmak daha da güç.  İkisi de oturarak uyuduğundan, tedaviye zor ikna olduklarından hastalıkları ilerleyince doktora gittiler. Bu hastalık daha çok kanser tedavilerinden sonra ortaya çıkıyormuş. Bizimkiler bacak sarkıtmaktan,  yatarak uyumadıklarından, lenf ödem hastası oldular. Başvurduğumuz sağlık merkezlerindeki doktorlar, ilk gördüklerinde, tedavinin kolay olmayacağı söylediler. İzmir’de, Dragos’ta iki merkez önerildi. Bakırköy’de de bir doktor olduğunu öğrendim. Gönülsüz bir hastanın, her gün oraya devam etmesi oldukça zordu. ” Yoruldum gitmem.” dese tedavi yarım kalırdı. İsteksiz olduğunu gören bir doktor ” Tedavi edilmezse kesilmeye kadar gider.” dedi. İnternette gezinirken, bir lenf ödem hastasının bacağının kesildiğini okuduğumda, ne kadar telaşlandığımı anlatamam. Annemi bırakıp kızımı alıp gitmem mümkün değil. Anneme benden başkası bakamaz. Sorunlu bir yaşlı, bana bağımlı. Yakınlarda bir sağlık merkezi bulmam şarttı.            

Annem hastalandığında cildi çok hasar almıştı, tedaviye yanaşmadığından yaraları azmıştı, daha kötü günler hatta aylar yaşamıştık. Yaralar kangrene dönüşmek üzereydi. Kızımın cildinde önemsenecek bir yara yoktu ama yere basamayacak derecede şişmişti bir bacağı ve ayağı. Sağlık kuruluşlarındaki doktor ve fizyoterapistlerden “Buralarda oyalanma, özel tedavi gerekir.” sözlerini sıkça duyduk. Haklıydılar geç kalmıştık, görüntü adeta dehşet vericiydi.  Bizi aylar sürecek bir süreç bekliyordu ve daha tedaviye başlayacak kolay ulaşabileceğim bir sağlık merkezi bulamamıştım. Eve gelebilecek bir fizyoterapist önerilmesini rica ettiğimde “Öneririz de boşuna ödeme yaparsınız. Her fizyoterapistin altından kalkabileceği bir vaka değil bu.” denildi. Sağlıkçıların tereddütlü, endişeli yaklaşımları kızımı ürkütmeye başladı. Tedavi olmaktan vazgeçerse ne yapardım? Üstelik, ben, çare, doktor, hastane ararken, her hastaneyi beğenmiyor,  eve döndüğümüzde, oraya gidemeyeceğini söylüyordu. Bir yandan düşünüyordum, ya damar cerrahının dediği gibi bacağı kesilecek duruma gelirse?  Devlet hastanesinin kalp damar cerrahisi bölümünden, ultrason için iki kez randevu aldık, gün gelip çattığında gitmek istemiyordu.

Öyle bir kapı açılmalıydı ki bize, hem kızım istesin hem istensin. Aynı hastalığı annem geçirdiği için kendimce teşhisi çoktan koymuştum ama tabii ki doktorlar,  somut bir veri olmadan, hastalığın adını koymuyorlar.  Damarlarda da sorun olabilir. Filmlerdeki gibi en son bir özel hastane daha vardı bakacağım.  (Deja vu gibi, yıllar önce annemin hastaneye yatışında da kapısını çalacağımız tek bir hastane kalmıştı. Annemi hiçbir hastane kabul etmemişti.  Oradaki kurtarıcımız, bizi hastaneye kabul eden Şefik Çakmakçı’ydı. Bu sefer oraya gidemezdim. Hastane uzaktı, yatarsa benim de kalmam gerekecekti. Ne kadar yatacağını hiç kestiremezdim. Kızım da istemedi, annem de evde bensiz kalamazdı.   

Zihinsel geriliği olmayanın, kendini ifade edebilenin, ruh hastalığı dışındaki hastalıkları, kendisi istemezse devlet hastanelerinde de özel hastanelerde de tedavi edilmiyor. Ağır hastayı da akıl hastaneleri kabul etmiyor. Ancak hastanenin birinde ya dayın, ya da çok iyi kalpli bir doktor olacak,  o zaman belki hasta yatışı, hasta istemese de yapılabilir. Kanunlar böyle bu ülkede de dünyada da. Yanlış bilgi vermeyeyim. Savcılığa başvurulabilirmiş böyle durumlarda ama altı ay sonra cevap alınıyor diye duydum. )

 Yalnız biz, bir de kadın fizyoterapist olsun istiyorduk. Kızım, nasıl olduysa, fizyoterapist erkek olmasına rağmen, o son hastaneye gitmeye karşı çıkmadı. Hatta orası olsun istedi. Neyse, hastaneye girdik. Artık “Hayır biz bu vakayı alamayız.” lafına alışkın olduğumdan, danışmaya uğramadan önce doktorun karşısına çıkıp,  lenf ödem şişliklerini gösterip “Bizi kabul edecek misiniz?” diye sordum. Hiç unutmam tünelin ucundaki ışığı müjdeleyen doktor hanımın sesini:  “Tabii kabul ederiz,  Mehmet Bey bakar mısınız?” Bu seferki kurtarıcımız Mehmet Mutlu Bey’le böyle tanıştık. Hastaneye fizyoterapi seansı için iki kez gidebildik. Fizik tedavi bölümü kapatıldı. Hastane, pandemi hastanesi ilan edildi. Rica ettik, fizyoterapist Mehmet Mutlu Bey seanslara evimizde devam etti.

Tam umudumuzu kaybetmişken lenf ödem uzmanı olan bir fizyoterapiste rastlamamız bizim için mucize gibi bir gelişmeydi. Cilt hasarı olmadığı takdirde, lenf ödem hastasının, asıl doktoru, ilacı, yaşadığımız kadarı ile öğrendim ki,  lenf ödem uzmanı olan fizyoterapistler. (Cilt problemi varken fizyoterapi uygulanmıyor. Kızım da önce, hastanedeki cilt doktorunun verdiği ilaçları bir hafta mı? Üç gün mü? Tam hatırlamıyorum,  kullandıktan ve ultrasonu çekildikten sonra fizik tedavi doktoruna yönlendirildi. Mehmet Mutlu yürüyemez duruma gelmiş, sorumluluğu alınmaktan kaçınılan bir hastayı, on beş yirmi gün gibi kısa sürede rahatlıkla yürür hale getirdi. Önerilerini tam uygulamayan hastasına, icabında bir psikolog gibi yaklaşıp gönlünü alarak, yapması gerekene yönlendirdi. Yıllar içinde balon gibi şişmiş bacak tamamen normale döndü. 

 Ağır lenf ödem hastalarına tavsiyem, lenf ödem eğitimi almış bir fizyoterapist araştırmalarıdır. Her fizyoterapist lenf ödem uzmanı olmayabilir. Doktorların ilk bakışta umutsuz vaka gibi gördükleri bir hastayı, bir fizyoterapistin bu kadar kısa sürede iyileştirmesi, inanılır gibi gelmiyor ama biz yaşayarak tecrübe ettik. Tedavimiz bitince tavsiyesi üzerine bası giysileri de aldık. İtina etmediğinde yine şişleri oluyor ama artık hastalığıyla nasıl başa çıkacağını öğrendi.

 Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum. Tedavinin ne kadar süreceği ilk başta belirsizdi. Salgının en ürkütücü günlerinde, bizim gelirimizde de haliyle azalma olmuştu. Kiracımız dükkânı, çoğu esnaf gibi kapatmıştı. İş yapmadığı sürece toparlanana kadar bir şey talep etmedik. “Boğazınıza mı sarılacağız elinizde olunca hesaplaşırız.” demiştik. Tedavi uzun sürerse ödemede sıkıntı yaşamaktan açıkçası korkuyordum. Mehmet Bey ne olursa olsun hastasını yarı yolda bırakmayacağını söyleyerek bizi rahatlattı.  Burada yazmak ne derece doğru bilmiyorum ama önemli bulduğum için söylemeden duramayacağım. Komşumuz da annesinin tedavi olduğu özel hastanenin, lenf ödem fizyoterapistini eve çağırmış. Aldığı ücreti duyunca bizim bütçemizin asla yetmeyeceğini anladım. Bir de fizyoterapi seansları işe yaramamış. Bacakları eskisi gibi şişmiş kısa süre sonra. İthal edildiği için yüksek meblağlarla alınan çorabı da hasta kullanamamış. Anladım ki bu hastalıkta doğru adres bulunmazsa boşuna maddi zarara girilebiliyor. Her lenf ödem hastasının hastalığına göre tedavisi değişkenlik gösteriyor. Anneme ve kızıma çok farklı tedaviler gerekti. 

 İnsan, canı burnundayken merhametli, işinde usta bir sağlık çalışanına rastladığında ömür boyu minnet duyuyor.