"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kopsun kıyametiniz!

Her gün başka bir acıya açıyoruz gözlerimizi. Bir yanda kendi acılarımız, diğer yanda coğrafyamızın ve tüm insanlığın acıları.

Ve pek tabii ki insan eliyle her saniye bir az daha tüketilen, yok edilen doğanın gözyaşları.

Bazen diyorum, hiç evrimleşmeseymişiz biz. Prokaryot olarak kalsaymışız keşke. Ellerimiz olmasaymış kana bulanan, ayaklarımız olmasaymış yanlış yola sapan, dilimiz olmasaymış yalana-dolana sığınan ya da ne bileyim gözlerimiz olmasaymış mesela görmeseymişiz hiç hak edilmeyen acıları…

Ama olmuş bir kere…

Utanmadan insan demişiz kendimize.

Hiçbir anlam yüklemeden, biyolojik bir tür tanımlaması olarak kullanırsan hepimiz insanız.

Kadına kıyan da çocuğa ilişen de ve hatta dünyadaki tüm kötülüklere sebep olan da insan!

Lakin “insanlık” diye başlayan cümleler kuracak ve türümüze methiyeler düzeceksek; işte orada sorun var!

Kainatta bizim hakkımızda ne düşündüklerini sorabilecek dünya dışı akıllı bir yaşam formuyla henüz karşılaşmamadık. Milyonlarca yıldır seyreylediğimiz o koca göğün altında şimdilik bir başımızayız. 

Ama dünyayı dar ettiğimiz nice canlıya sorsak, nasıl yaparlar acaba insanın tanımını?!

Her gün başka bir acıya uyanıyoruz. Yozlaşmış insanlığın içinde Adalet ararken kendi yaşamlarını ateşe atan iki gencecik avukata üzülerek güç bela uyuduk. 

Sabah reddedildiği gerekçesiyle, bir insan (!) tarafından vahşice katledilen Pınar Gültekin’in acısına uyandık.

Bitmiyor acılarımız. 

İnsanlık hep mi böyleydi, yoksa biz mi en kötü zamanına denk geldik bilemem ama çocuklara böyle bir dünya bırakacak ve onları da insanlıklarından utandıracaksak, kopsun o kıyametiniz!