‘’Çocuklar olmasa ne olurdu?’’
Bu soruyu büyüklere değil de yaşları on bir ile on iki arasında değişen öğrencilerime sordum. Verilen yanıtlar da yüzleri gibi tertemizdi. ‘’Eğlence olmazdı hocam.’’ dedi biri. ‘’Lunapaaaark’’ diye atladı oradan diğeri. ‘’Doğru!’’ dedim. ‘’Lunaparklar olmazdı ve dolayısıyla eğlenmek de bu kadar kolay olamazdı. Düşünsenize atlı karıncalar bir daha dönmezdi. Ya da arabalar çarpışmaz, hep yolunda giderdi. Dönme dolaba binip gökyüzüne varamazdık. Evet, bu çok ciddi bir sorun olurdu. Başka?’’
‘’Yaramazlık olmazdı hocam.’’ dedi sınıfın en ele avuca sığmaz öğrencisi. Şöyle bir düşündüm. Demek ki hakkını veriyorsun Efe çocukluğunun. Yaramazlık çocuklara münhasır olmasa da en çok onlara yakışıyor muhakkak ki. Bir yetişkin yaramazlık yapınca bunu bilinçsiz yapması imkânsız. Muhtemelen ya sizi sinir etmek gibi bir art niyeti vardır ya da aklı dengesi yerinde değildir. Zaten bir yetişkine yaramazlık dokuz beden büyük gelir. Efe’nin yaramazlıkları gözümde sanatsal bir hareket oldu o dakikadan itibaren. Zıplaması, birilerinin taklidini yapması… Hepsi çok güzel duruyordu artık üzerinde. Ders boyunca bana çapkın ve haşarı gülümsemesini attı durdu. Ben de elimdeki tabancamla onu vurdum. Çocukla çocuk olmak da paha biçilmezmiş. Bugün çocuklardan bunu öğrendim.
‘’Anne babalar olmazdı.’’ dedi en arkada oturan. ‘’Allah bizi büyük de yaratabilir ama değil mi?’’ dedim. ‘’Ama o zaman hiçbir şey bilmeyecektik hocam, okula gitmediğimiz için.’’ dedi. Kısmen haklı olabilirdi. Ama insan her çağda kendini yetiştirebilirdi. Ya da yetiştirebilir miydi?
Bir gün anne olursam oğlum aynı ona benzesin diye dua ettiğim öğrencimin parmağı havalandı. ‘’Evet, İbrahim!’’ dedim. ‘’Hocam çocuklar olmazsa okul olmaz, okul olmazsa da işsizlik daha çok olur. Sizin de işiniz olmaz ki.’’ dedi. Demek bizim ekmek kapımız olduklarının farkında olanlar da varmış. Her sene o kadar öğretmen atama bekliyor. Üstelik ücretli öğretmenlik yapanlar, atanmış olup emekli olmayanlar ve eğitim fakültelerini dolduran öğretmen adayları da cabası. Haklıydı. Birçok insan işsiz kalacak ve dünya biraz daha kaosa sürüklenecekti. Nimetti çocuklar bizim için. Bundan sonra yanaklarından öperken nimeti öper gibi başımın üstüne de koymalıydım. İbrahim’in cevabına sadece gülmekle yetindim. Doğru söze ne denir ki?
Çocuklar bizim için her şeydi. Gelecekti, neşeydi, güzellikti. Peygamberimizin tabiriyle reyhan çiçeklerimizdi. Siz hiç kötü kokan bir çocuk gördünüz mü?
Peki, büyük olmak neydi? Ne zaman buyurdu insan? Artık yaramazlık yapmayınca mı yoksa somurtkan bir yüz ifadesini giyinince mi. Hangisi daha heyecan vericiydi. Akşam eve ekmek götürmek mi yoksa akşam eve geç kalınca annemizden yiyeceğimiz terliğin hayali mi?
Büyümek demek parayla her şeyi satın alacağını bilmekti. Bencil olmaktı. Mağrur olup kıymet bilmemekti. Kötü olmaktı ama en çok. Canı yanan bir insan görünce kafanı çevirip gitmekti. Sana dokunmayan yılanın sırtını sıvazlamaktı. Haram kelimesini unutup kendine her şeyi mubah kılmaktı. Kalbin yerine taş bağlamak da büyümenin alametlerinden sayılırdı. Taşın ağırlığı altında ezilip başkasını da o taşın altında ezmekti. Yalanı selam gibi kullanmaktı. Çocuklar yalan söylerken yanakları al al oluyor. Siz hiç yalan söylerken utanan büyük gördünüz mü?
Bir çocuk bir büyüğe ne yapabilir bunu da size sorayım?
Canını sıkabilir. Tadını kaçırabilir yahut da ufak çaplı zararlar verebilir en fazla. Bunlar çocukların yan etkileri tabi ki. Peki ya endeksiyonları?
Gülümsetir en birinci vazifesi. Geçmişine götürür, zaman değerlenir. Birçok şey öğretir. Dünyanın hala güzel olduğunu görsel olarak anlatır. Oyunlar oynatır ki bu oyunlar biz büyüklerin oynadığı oyunlar gibi hileli değildir. Çocukların oyununda mızıkçılık yapan diskalifiye olurken bizim oyunlarımızda hilekâr, oyunu kazanan olur. Büyüyünce oyunlar da kötüleşir yani. Paylaşım küçüklerde safiyane gerçekleşir. Annesi öyle öğretmiştir. ‘’Yediğin bir lokma da olsa yarısını yanındakine ver. Canı çeker.’’ Bizim paylaşımlarımız karşılık gelsin diyedir. Siz hiç aldığınız bir kilo meyvenin yarısını sokaktan geçen tanımadığınız birine verdiniz mi?
Çocuklar dünyanın en değerli çiçekleri. ‘’Üzerine basmayınız.’’ yazmalı belediyeler aslında. Ezip geçmemeli, gül bahçeleri tarumar edilmemeli. Siz hiç hırpalandığı halde büyüyen çiçek gördünüz mü? İlgisizlikten kıpkırmızı açan bir gonca? Kaktüs var dersiniz, hakkınızdır. Peki, siz hiç bir kaktüse şiir yazdınız mı? Hayır değil mi? Can yakar kaktüsler. Tıpkı sevgi ve saygının olmadığı ailede yetişen çocukların ileride kötü (bu tabiri sevmesem de yerine koyacak kelime bulamadım) bireyler olması gibi.
Sevin.
Sevdiğinizi söyleyin.
Sevgi ne kadar çoksa, ömür o kadar güzel ve bereketli.
Ömür ise çok kısa.
Kötü olunamayacak kadar.
Çocukları çiçekler gibi sevin. Onlara çamurlu ellerinizi dokundurmayın. Zihinlerini kendi kirli düşüncelerinizle köreltmeyin. Biz kötüyüz ama bırakalım çocuklarımız hep yaramaz ve güzel kalsınlar.
Ve son bir not: ‘’Çocukları büyüklerin ulaşamayacağı yerlerde saklayalım.’’
Fotoğraf : İsmail Hakkı Yalçın
Heybesindeki kelimelerle dünyadan geçmekte olan garip bir yolcuyum.
Gerisi mühim mi?