"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bir Çocuğa Yenilmek

İnsanları tanımak, hayatlarına dokunmak, dertlerini paylaşmak, acılarına merhem olmak, bu dünyada yaşanacak hazların en başında gelenlerden biri olsa gerek. Yeni insanlar tanımak, muhtemel sansasyonel acılara tanıklık etmeye gebedir. Her insan, farklı bir hikâye demektir. Tanıdıkça, hayatlarına dokundukça hikâyeleri belirir ve okunacak bir duruma gelir.

Birçok hayat tanımanın ve içinde yer almanın en etkili yollarından biri de öğretmenlik mesleğinden geçmektedir. Özellikle sınıf öğretmeni olup çocukların eğitim hayatının ilk dört senesine tanıklık etmek, bir öğrenciyi ve ailesini tanımak için yeterli bir süre demektir.

Çocuklar, fıtratları gereği masum ve saf oldukları için yalan söylemekten uzaktırlar. Bunun için de toplumumuzda sıkça kullanılan “çocuktan al haberi” sözü, yaygın olarak bilinen ve onların bu özelliklerine işaret eden güzel bir örnektir.

Henüz “öğretmen oldum” demek için birkaç ay daha beklemem gerekecek. Şimdilik “stajyer öğretmen” olarak nitelendiriliyoruz. Bu stajyerlik esnasında tanık olduğum nice hayatlar oldu. Maddi durumu son derece yetersiz olan ailelerin yaşadığı bir mahallede yer alan bir okulda, çocukların yaşadığı sorunları tespit etmek için yaptığım “dert çuvalı” etkinliğinde, bir öğrencinin kâğıdı dikkatimi çekti. Çocuk, kâğıdına şöyle yazmıştı; “babam eve geç geliyor, onu göremiyorum, özlüyorum.”

Merak edip öğretmeniyle görüştüm. Öğretmenin anlattıkları karşısında nutkum tutulmuştu. Öğretmen anlattıkça ben hayretler içerisinde kalıyordum. Bu hayret durumum, öğretmenin “bu ne ki, daha acı olaylar yaşayan öğrenciler var” sözü üzerine katlanmıştı.

Çocuğun annesi, kendisinden yaşça küçük olan bir adamla evlilik yapmış, daha sonra eşini ve çocuğunu terk ederek İstanbul’a taşınmıştı. Çocuğuyla bir başına kalan baba, çocuğuna hem annelik hem de babalık yapmak zorunda kalmış. Çocuğunun banyosunu yapıyor, elbiselerini ütülüyor, giydiriyor, okula gönderiyormuş. Baba, kokoreççide çalıştığı için geceleri eve geç gidiyormuş ve bu çocuk için büyük bir sorun teşkil ediyormuş. Nasıl büyük bir sorun olmasın ki? Bundan âlâ sorun mu olur! Bu öğrencinin beni etkileyen başka bir noktası olmuştu. Çocuk, okula başladığı ilk gün teneffüste dışarıya çıkan öğretmenine; “öğretmenim sonra geleceksin, sen de beni terk etmeyeceksin değil mi?” diye sormuş…

Bunları niçin anlatıyorum biliyor musunuz?

Vicdanımız sızlıyor, Yüreğinizle dinlediğiniz minik yavruların maruz kaldığı zorlu yaşam şartlarına yürek dayanmıyor. Artık yüreğinize bir sızı daha ekleyerek aciz vaziyetinizle baş başa kalıyorsunuz. Bir tarafta sabahın erken saatlerinde annesiyle-babasıyla kâğıt, karton toplamaya çıktığı için aylarca eline kalem alamamış, bu yüzden de dördüncü sınıfta olmasına rağmen okuma-yazma bilmeyen öğrenciler varken öbür tarafta lüks, konfor ve korkunç bir israf içinde yaşayan ailelerin çocukları var. Bu korkunç adaletsizlik beni ürkütüyor, kahrediyor. Zira bu manzaranın sorumluluğunu hiçbirimiz taşıyamayız, hesabını Allah’a veremeyiz.

Eğitimdeki yanlışlardan bahsederken hiç değinilmeyen bu husus, en büyük problemi teşkil etmektedir. Birincil derecedeki ihtiyaçları karşılanmayan bir çocuğun eğitime, öğretime açık olması beklenemez. Karnı aç olan bir öğrenciye, matematik dersinde manavdan alınan beş elma ve üç portakalın toplamda kaç meyve yapacağını öğretmeye çalışmak, abesle iştigaldir. Öğrenci, elma ve portakalı düşlerken aradaki toplam sembolünün çocukta hiçbir karşılığı olmayacaktır.