"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kader Gecesi: 15 Temmuz

Ülkemiz, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana birçok darbe gördü. İttihat ve Terraki Cemiyeti’nin darbesi ile başlayan darbeler süreci, 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 1997 post modern darbesi ve 2007 e-muhtırasını kapsadı.

Sözde, ülke ve milletin istikbali için yönetime el koyan ordu, kimi zaman ülkenin seçilmiş siyasilerini idam edecek kadar ileri giderken, kimi zaman muhtıralar yoluyla siyasi otoriteye ”balans ayarı” vermeye kalktı. Ülke yönetimini ele geçirdikten sonra, anayasalar düzenleyen askeri dikta rejimi, böylece ülke siyasetine, dipçik gölgesindeki kanunlarla yön verdi.

Söz konusu darbeler, kimi zaman bozulan ülke düzeni nedeniyle, kimi zamansa irtica heyulası bahaneleriyle gerçekleştirildi. Ancak hiçbiri ülke demokrasisi ve geleceğine yarar getirmedi. Amaçlanan da bu değildi zaten. Tabi ki, peygamber ocağı olan ordumuzun tüm mensuplarını bu muhtevada değerlendiremem. Demokrasi değerlerine inanmış, giymiş olduğu üniformanın önem ve sorumluluğunu bilen, gerçek vatan evlatlarını ayrı tutuyorum. Benim derdim, dış ülkelerin emriyle hareket eden, kendilerini ülkenin gerçek sahibi sanıp, başkalarının uşağı olan vatan hainleriyle. Hani ABD’li jeopolitik doktoru ve istihbarat şefi P. Henze, 12 Eylül Darbesi’nin ardından demiş ya, ”Our boys have done it” (Bizim çocuklar başardı) diye, işte o çocuklardan bahsediyorum.

Günümüz Türkiye’sinde, yapılan anayasa değişiklikleri ve güçlü iktidar yapısı ile artık darbeler döneminin kapandığını sanıyorduk. Ancak yanılmışız. Ne yazık ki, ABD’nin, o çocukları bitmemiş ve ülkenin geleceğine gözlerini dikmişler. Nitekim bunu da son olarak 15 Temmuz gecesi, acı bir şekilde öğrendik.

Uzun yıllar içerisinde devletin her kademesine sızan FETÖ unsurları, ülkenin en önemli dinamiklerinden olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne eklemlenmişti. Hem de öyle bir eklemlenme ki, ordunun en az yarısının FETÖ’cü hainlerce doldurulduğu ifade ediliyordu. Özellikle Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın, ısrarlı gayretleri neticesinde devlet kurumlarından tek tek temizlenmeye başlanan bu unsurlar, 17 ve 25 Aralık operasyonlarının ardından, bu sefer de, belki de son kozlarını oynayarak, devletimizi silah zoruyla ele geçirmeye kalkıştı. Özellikle İstanbul ve Ankara gibi stratejik şehirlerimizde yoğunlaşan olaylarda, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar esir alınarak, askeri üst komuta paralelize edilmeye çalışıldı.

Ele geçirdikleri tank, uçak ve askeri teçhizatlarla, TRT binasını dahi basarak ihtilal metni yayınlayan üniformalı teröristler, devlet büyüklerini gaflet ve dahi vatana ihanetle suçladılar. Ancak hepsinin unuttuğu bir gerçek vardı ki, zaten olayların akışını değiştiren tek faktör de oydu:

Halkın iradesi.

Tankların önüne yatarak, kurşunların önüne set olarak, bir destan yazan bu millet, yıllardır bu vatanın neden yıkılmadığını tüm dünyaya bir kez daha gösterdi. Düşmana bile sıkmadığı mermileri havadan kendi vatandaşının üzerine yağdıran gözü dönmüş hainlere karşı, başka nasıl başarılı olunabilinirdi ki?

Yüzlerce vatandaşımızın kendini feda ederek, şehit ve gazi olduğu bu olay sonucunda şükürler olsun ki, ülkemiz, batı maşası bir askeri dikta rejimine karşı koyabildi. Allah, tüm şehit ve gazilerimizden razı olsun.

Millet tarafından ortaya konan bu kahramanlık destanının ardından, bu olaya gölge düşürecek birtakım söylemlerde bulunanlar oldu. Bunlar arasında en rahatsız edici olanı ise, ülkenin ana muhalefet partisi lideri, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ”Kontrollü Darbe” ifadesiydi. Ben bunu en basit ve iyimser tabirle, akıl tutulması olarak yorumluyorum.

Kılıçdaroğlu ve onun gibi düşünenlere göre; MİT Başkanı Fidan ve Genelkurmay Başkanı Akar, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a, darbe ile ilgili malumat vermiş. Yani devlet büyüklerinin böyle bir kalkışmadan haberleri varmış. Yahu biraz anlayış, biraz saygı. En azından şehit ve gazilerimizden utanın.

Elinizi vicdanınıza, aklınızı ise başınıza koyun biraz. Bu nasıl bir kontrollü darbe ki, ülkenin semalarında savaş uçakları uçurulurken, ona karşılık vermek isteyen kolluk kuvvetlerimiz, ellerindeki kısa menzilli silahlarla mücadele ettiler. Ve bu nasıl bir kontrollü darbe ki, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın halkı sokağa çağıran konuşması hiçbir televizyon kanalında yayınlanmadı. Öyle ki, hükümete yakın olarak ifade edilen televizyon kanalları bile, Cumhurbaşkanı’nın millete cesaret veren ifadelerini yayınlayamazken, neyin kontrolünden bahsediyorsunuz? Anlamak gerçekten güç. CNN Türk muhabiri Hande Fırat, görüntülü telefon görüşmesi yolu ile Cumhurbaşkanı’na bağlanmasa, belki de bugün o hainler emellerine çoktan ulaşmış olacaktı.

Velhasıl diyeceğim,  bu darbe, alçakça yapılmış bir intihar eylemiydi. Ancak milletimiz, her defasında gem vurulan istikbaline bu sefer sahip çıkarak, hiçbir gücün, halkın egemenliğinden daha güçlü olmadığını gösterdi. Tek silahı bağımsızlık düşüncesi ve imanı olan bu millet, Çanakkale ruhunun nasıl bir ruh olduğunu, tüm dünyaya yeniden gösterdi. Bizler zaten biliyorduk, ancak bilmeyenler çok iyi bir şekilde öğrendiler ki, bu millet kimsenin önünde eğilmez. Değil on altı, gerekirse yüz on altıncı devletini kurar ancak yine boyun eğmez. Bu ülkede Ömerler bitmez, ezanlar dinmez, bayrağımız inmez.

Cenk meydanında nice koç yiğit 
Din ile yurt için oldular şehit
Ocağı tütsün, sönmesin ümit 
Şehidi mahzun etme Yarabbi! 
Soyunu zebun etme Yarabbi!

Minareler süngü, kubbeler miğfer, 
Camiler kışlamız, müminler asker, 
Bu ilahi ordu dinimi bekler,
Allahu Ekber, Allahu Ekber.

Ziya GÖKALP