Ülkemiz yine kritik bir dönemin arifesinde. Anayasa değişikliği hususunda önümüze iki seçenek sunuluyor.
Değişiklikle başkan halkın %50’sinden fazlasının desteğini almış birisi olacak. Bu değişiklik, yürütmede meydana gelmesi istenen kalıcı istikrarın gerçekleşebilmesi bakımından oldukça önemli bir sonuç doğuracak. Pek çoğumuz daha önce istikrarsızlığın doğurduğu olumsuz neticeleri yaşadığımız için bu gereklilik konusunda büyük oranda olumlu bir görüşe sahibiz. Demokrasilerde böyle hususlarda halka güvenmek gerekir. Halkımız daha önce kendisini aldatma hususunda uzmanlaşmış eski siyasileri gördüğü için umuyorum o günlerden doğru dersler çıkarır ve tercihlerini iyi yapar.
Teklife göre başkanlık ve meclisin ayrı oylanması çoğulcu bir yapıya imkân sağlıyor ancak seçimlerin aynı gün yapılması kanaatimce bu imkânı neredeyse ortadan kaldırıyor. Farklı günlerde yapılacak seçimlerle ortaya çıkacak daha çoğulcu bir yapı daha ideal olabilirdi. Değişiklik, çoğulcu yapının fren etkisinin yerine yürütme ve yasama uyumluluğunu sağlayarak istikrarın sürekliliğini hedefliyor. Başka bir deyişle istikrarı çoğulculuğa tercih ediyor. Yürütme ise doğası gereği çoğunlukçu olmalıdır deniyor. Yürütme çoğunlukçu olduğunda ülke daha kolay yönetilebiliyor. Geçmişte iyi yâd ettiğimiz dönemler hep yürütmenin çoğunlukçu olduğu dönemler idi. Tersine yürütme çoğulcu olduğunda (koalisyon) ise ülke de karışıklıklar, istikrarsızlıklar, anlaşmazlıklar artıyor. İstikrar için yürütmenin çoğulcu değil çoğunlukçu olması gerekiyor. Ancak yürütmenin çoğunlukçu olması her ne kadar doğası gereği lüzumlu olsa da; bu halktan alınmış %51 destek ile geri kalan %49’u hiçe saymak, tüm birimlere yalnız kendisinden olanları atamak, diğerlerine, ötekilere yargı, yasama dâhil hiç yer ve söz vermemek anlamına gelmez. Ötekilerin hakları yasalarla güvence altına alınmalıdır. Bu temel haklar ve özgürlükler yeterli seviyede olmazsa vatandaşlar korunmasız kalır. Bu noktada yürütmenin yargıdaki etkisi sınırlı ve yasalarla güvence altına alınmış olmalıdır ancak teklif bu noktada yetersiz kalıyor.
Yürütmeye tanınan güçlü yetki ile lider kişiye bağlı bir sistem kurulması da değişikliğin önemli sakıncalarından. En nihayetinde liderler de ölümlüdür, insandır ve zaafları olan kişiler olabilirler. Etrafındakiler tarafından övülüp şımartılabilir, yanlış yönlendirilebilir, hata yapabilirler. Hatta hata yapma ihtimalleri yönetim sürelerinin uzunluğu ile de genellikle doğru orantılıdır. Çünkü her iktidarın, eğer uzun süreler yönetimde kalmış ise, yorulması ve yıpranması doğaldır. Kendini yenilemesi ve zamanla içerisinde birikmeye çalışan rant kovalayıcılarını temizlemesi gerekir. Aksi takdirde bir sonraki seçimde halk gerekeni yapar ve iktidarı değiştirir ancak arada geçen süre telafisi uzun süren zararlara yol açabilir. Tarihte bu tip liderleri ve zararlarını sıkça görmek mümkündür.
Beşer şaşabilir ama sistem şaşmamalıdır. Öyle bir sistem kurulmalıdır ki beşerler değişse dahi sorun yaşanmamalıdır. Günümüz güçlü kategorisinde yer alan ülkelerde sistemler genelde bu şekilde kişiden bağımsızdır. Bizim de güçlü ülkelerden örnek almamız gereken şey kişileri değil sistemi güçlü yapmaya çalışmaktır.
Değişiklikler ağırlıklı olarak istikrar hedefi ile hazırlanmış görünüyor. İstikrar bir ülke için elbette en önemli hedeflerden birisidir ancak tek hedef değildir. Yalnızca istikrar hedefi için bir şeyleri feda etmek ne kadar doğrudur? Ya da istikrar için neleri nereye kadar feda etmemiz mümkündür? Kanaatim adalet, hak, hukuk kavramları bu çerçeve içerisine girmiyor. Hukukun üstün olmadığı bir ülkede istikrar kalıcı olamaz. Daima içinde risk barındırır.
Teklifin haklı olarak en çok eleştirilen maddesi de HSYK ile ilgili değişiklik. Çünkü her ne kadar yasama ve yürütmede istikrar hedefi ile çoğunlukçu yönetim hoş görülebilse de yargıda çoğunlukçu bir yapı yargı bağımsızlığı açısından önemli bir tehdittir. Yargının mutlak surette çoğulcu yapıda olması gerekir. Her demokraside vatandaşın, sistemin güvencesi bağımsız yargı sistemidir. Yargıda daha önce yerleşmiş yapının temizlenmesi gerekiyor olabilir ancak bunun yolu yargıyı bir grubun elinden alıp güvendiğimiz bir başka gruba devretmek olmamalıdır. Bu noktada değişikliğin bu maddesinin gerekliliği tartışmaya açık hale geliyor. Çünkü bu madde ile güçlerin sert ayrılmamış olması hukukun üstün olmadığı bir yapı getirme riski barındırıyor. Parlamenter sistemde de güçler sıkı sıkıya ayrı değildir fakat bir değişiklik yapıyorsak ve güçlenmek istiyorsak, bu değişiklik sonucunda yargı sistemini hedefimiz ve ihtiyacımız olan tam bağımsız hale getirmeye çalışmalıyız.
Değişiklikler hükümet kanalınca en çok son yıllarda artan terör olaylarının ülkemizi içine soktuğu durum öne sürülerek savunuluyor. Terör musallat olduğu her ülke için önemli bir sorundur. Tüm ülkeler bu sorunu çözerek geleceğini ve bağımsızlığını garanti altına alıp, güçlü ülkeler kategorisinde yer almaya uğraş verir. Zaten güçlü ülkeler kategorisinde yer alanlar ise, rakiplerinin çoğalmaması mantığı ile içinde bulundukları kategorinin mümkün mertebe dar kalmasını sağlamaya çalışırlar. Bu doğrultuda rakip veya güçlerine ortak olabilecekleri bizzat kurdukları veya kurulmuşları yönetip, yönlendirip, besledikleri terör örgütleri aracılığı ile hizada tutmak niyetiyle kanlı kansız eylemlere girişirler. Böylece bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri kontrollerinde olan, yönetebilecekleri bir ülke konumunda tutmak isterler. Bunun son yıllarda ciddi örneklerini üzülerek yaşadık ve gördük maalesef. Gerçekten terör örgütleri eylemleri ile ülkemizde hem güven hem de istikrar ortamını bozmak ve beraberinde ekonomik gelişmeyi frenlemek için çalışmalarını sürdürüyorlar. Son on yıllarda meydana gelen güçlenmemizle beraber terörün kapasitesindeki ve desteğindeki dikkate değer artış, güçlü Türkiye gerekliliği vurgusunu da artırıyor.
Terörün baş destekçisinin dış güçler olduğuna katılmayan yoktur. O halde ülkemiz güçlenmeye devam ettikçe dış güçlerin kontrole çalışan planlarının da genişleyerek devam edeceği aşikârdır. Güçlü bir ülke kategorisinde olmamızı istemeyenler, muhtemelen değişiklik sonrası daha sert mücadeleye başlayarak terörü daha da artırma gayretine girecekler ve halk üzerindeki korkuyu artırmaya çalışacaklardır. Bu konuda dış güçlerin suçluluğunun analizini ortaya koymak sorunu çözmek için yeterli olmaz. Sistem değişikliği ile yürütmenin güçlendirilmesi de dış güçlerin planlarını rafa kaldırmasına sebep olmaz. Hamasi söylemlerin işe yaramadığını tarihi süreçler göstermiştir. Bu noktada tarihten çıkarılması gereken ders, terörle mücadelenin en etkili yolunun dış güçlerin desteğini kesmek olduğu gerçeğini görmektir. Bu da tamamen diplomatik süreçler ile gelişmesi gereken bir süreçtir. Hükümet kanalının terör olayları gerekçesi ile savunduğu değişikliklerin gerçekleşmesi halinde, terör olaylarının nasıl biteceği, neler yapılması planlandığı hususlarında daha detaylı açıklamalar yaparak halkı ikna yoluna gitmesi gerekmektedir.
Referandumdan hayır çıkması durumunda muhtemelen gerçekleşecek ilk genel seçim yeniden koalisyon yolunun gözükeceği bir sonuçla biter ve dış güçlerin istediği gibi istikrarsız ve yönetim açısından karışık bir ülke konumunda kalmayı sürdürürüz. Sürekli eleştirilen darbe anayasasından kalma çift başlı sistemin değiştirilmesi fırsatını da bir başka bahara bırakmış oluruz. Ancak öte yandan kötü hazırlanmış ve içerisinde riskler barından bir değişiklik teklifine de evet demek ne kadar doğrudur?
Terazinin bir kefesinde hukuk üstünlüğünün noksanlığı, çoğunlukçu sistemin azınlığı ezebilme riski, yürütmenin el değiştirmesi ya da liderin karakterinin değişmesi veya yanılması gibi riskler yer alırken; diğer kefesinde dış güçlerin uğraşları, darbe anayasasının değişme gerekliliği, istikrarsız yönetim riskleri ve bunların ekonomik sosyal sonuçları gibi önemli konular yer almakta.
Bu durumda ne evet’e ne de hayır’a karar verilebiliyor. Keşke sandıkta “yetersiz” diyebileceğimiz üçüncü bir seçenek yer alsaydı.