"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bak(amay)ış Açımız

Laik kesimin sürekli üzerinde durduğu “tek adam” veya bir diğer deyişle “diktatör” korkusunun pek tabii sosyal ve siyasal alanda gerçekçi sebepleri mevcut. Bir taraftan AKP’nin kurumsallaşma yönündeki eksikliği, öte taraftan Erdoğan’ın iktidara geldiği yıllarla kıyaslanamayacak ölçüde gücü ve otoriteyi kendi şahsı üzerinde belirginleşen bir merkezde topladığı inkar edilemez bir gerçek. Ama şunu unutmamak gerekir ki burası “Türkiye”. Her ataerkil toplumda olduğu gibi o toplumu oluşturan her cüz kendi içinde doğal olarak bir “tek adam” üretmeye meyilli. Kaldı ki laik kesimin cumhuriyetin kuruluşundan itibaren soluduğu Mustafa Kemal şablonunun, bugün muhafazakar kesimin konsolide olduğu Erdoğan kavramından çok daha sert ve içe kapanık bir karakter ima ettiği de gün gibi ortada. Türkiye’yi ortaya çıkaran bütün (cemaatsel, kimliksel, ideolojik) tabanlar kendi içlerinde bunlar gibi yarı romantik, yarı rasyonel tek adamlara sahip ve ataerkilliğin doğal bir sonucu olarak da bunu içselleştirmiş durumda.

Doğrusu “ibret alınmayan tarihin tekerrüre mecbur olduğu” vecizesini burada tekrardan hatırlamakta yarar var. Laik kesimin yalnızca “Kurucu ve Ebedi” bir lidere takılı kalıp, onun üzerinden atanmış bir ideolojik saplanmayla ülkenin, hele hele Türkiye gibi kompleks bir oluşumun yönetilemeyeceğini hala idrak edememiş olmasının en yumuşak tabiri “hamaset”.
Öte yandan muhafazakar kesim gibi Osmanlı’ya sürekli göndermede bulunan, geçmişle bir bağ kurduğu izlenimi vermekten keyif alan bir tabanın, üç yüz elli sene boyunca çoğu liyakatsiz idarecilerle yönetilmiş bir devletin, sırf doğru kurgulanmış bir “sistem” sayesinde ayakta kalabildiğini görememesi de tek kelimeyle basiretsizlik.

Türkiye’nin içinde bulunduğu en büyük sorun, problemin adını koyamamaktan başka bir şey değil. Bu da pek tabii olarak problemi “kendinde” görememenin bir sonucu. Doğrunun yalnızca kendimiz gibi olanlardan neşet edeceğine olan inancımız bizi kendi yanlışlarımızı kavramak hususunda ergenliğini tamamlayamamış bir ruh haline sürüklüyor. İşin garip kısmı ise bu ergen davranış kalıbının herhangi bir eğitim seviyesi veyahut sosyal statü ile ne doğrudan ne de ters hiçbir bağının olmayışı. Hemen her kesimden insan bir şekilde ideolojik olarak konumlandığı yerden bu ruh haline kendince ve kolaylıkla bürünebiliyor.

Evet, ülkemiz bir şekilde içinde bulunduğu bu sıkıntılı durumdan çıkacak. Lakin ortaya çıkacak “yeni”nin yarına dair ümit mi bahşedeceği yoksa sadece bugünü mü kurtaracağı ise şimdilik muallak gibi duruyor.