İnsan hüzünlüyken o hüzünden keyif alabilir mi? Peki, ya o hüznün verdiği tat peyderpey hepimizi çürütüyorsa nasıl olacak? Geçenlerde kaleme aldığım yazılarımdan birinin başlığı aynen şöyleydi: “Soruyorum size mutlu musunuz?”
Sizler bu soruları düşüne durun, bense sizlere özetle iki yıldır ne anlatmaya çalıştığımı özetleyeyim. Muhakkak bu dünyadan fazlasıyla insan geldi geçti, hâlâ da bu döngü devam ediyor. Ama en önemlileri muhtemelen her zaman tarihte iz bırakan, kendisini ve yaşadığı hayatı bir minvalde sorgulayan kimseler olmuştur. Tabii bununla kalmayıp muhtemelen toplumun rol modelleri, diğer adıyla öncüleri olmuşlardır. Kimisi üzerinde düşündüğünüz hüzün kavramıyla yeni bir başlangıç yapmış, kimiyse bu hüznün ıstırabından bıkıp yeniden varoluş için mücadeleye davette bulunmuştur. Birinin hüzünle yaşama tutunduğu yerde başkası bambaşka bir yaklaşım sergilemiştir.
Var olan toplumsal fay hatlarına yenisini eklemeye niyeti olmayanlar dahil, hepsi ister istemez yaptıkları hatalar ve o günün konjonktürü dahilinde mükemmeli yakalama fırsatına sahip olamamışlardır. Elbette ki mükemmelden kastım tahayyül edildiği üzere olanın aksine daha düzgün veya insani bir yaşamdan başka bir şey değildir.
Sözün özüne biraz inmek gerekirse insanın tarihçesinde hep hüzün belirgindir, belki insanın yaradılışında var olanın yansımasıdır. Bilinen en klasik klişe olan bireyin doğarken ağlaması büyük örnek teşkil eder. Hatırlayanınız muhakkak olacaktır, rahmetli Kemal Sunal’ın bir filminde kendisi hep gülen biridir. Doğumunda dahi insanlığın tersine bir çizgide yol almaya başlamıştır, babasının veya annesinin dahi ölümünde göz yaşları yerine kahkahaları dikkat çekmiştir. İnsan ruhunun derinliğine oynadığı bir çoğu rolde dikkat kesilmiş, seyirciyi de buna teşvik etmiştir. Söz konusu bir insanın sevdiklerinin cenazesinde gülmesi olunca kendisine deli yaftası yapıştırılmıştır. Tımarhanelik düzeyde olduğu kanısı toplumda kesin kes yer etmiştir. Belki hiç şu şekilde düşünülmemiştir, insan olarak doğarken güleriz, neden ölürken (hakka teslim olunca) buna sevinip gülmeyiz?
Bütün soruların asıl manaya kavuştuğu yanıt; insanoğlunun doğasında hüzünden dahi keyif alan o tınının olduğu gerçeğidir. Yoksa ne Kemal Sunal rolünde delidir, ne de standart tiplemesi pekala akıl selameti yerinde olan kimsedir.
Özetle, insan hüzünlüyken aslında çoğu insan için asıl keyif o zaman başlar, ama peyderpey toplumsal çürümenin emekleme dönemidir diye düşünüyorum. Çürümeyi önlemek belli başlı normların adil şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Onun da öncesinde hatırlanması gereken asıl mesele duygularımızın dahi taklidi olduğu kanaatimdir. Her çağda doğruluğun, duygusal ve/veya mantıksal bağlamda delilik olarak kayıtlarda yerini bulduğu gerçeğini unutmayın.
Bundan ötürü asıl mutluluk insanın kendi özüne varma çabasından başka bir şey olamaz, çünkü birey yaşadığı anların özetiyle kendinde bir mana aramaya başlayacaktır.
Kısaca dünyanın en iyi yazarları da ben de nasıl mutlu oluruz? Sorusuna karşılık yazıyoruz. Ve temel gayede bu mutluluğu herkesin tatmasına ön ayak olmaktır.
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).