Son zamanlarda oturup konuştuğunuz herhangi bir arkadaşınız, eşiniz, dostunuz vs. Sizi ne kadar anladı dersiniz? Sizi dinleyen dostunuz dediklerinizin hepsini onayladı mı? Yoksa bazı noktalarda sizi eleştirdi mi? Sorduğum sorulara kısa cevaplarla bir noktada ne kadar duyulduğunuzu/anlaşıldığınızı kavrayabilirsiniz.
Bireysel olarak anlaşılmak bir yana, toplumsal olarak birbirimizi ne kadar duyuyoruz? Bu meçhul soruya biraz değinmek istiyorum. İletişimin en kolay olduğu dönemde olmamıza rağmen, iletişimsizliğin en hat safhada olduğu bir hayat yaşıyoruz. Tabi bu yaşantı hepimizi etkisi altına alıyor.
Birde bunun cabası diyebileceğimiz türden birkaç tespitim daha var. Kendi görüşüne mensup olmadığımız bir kesimle oturup ülkenin/dünyanın sorunlarını konuşmamız imkansızı teğet geçiyor. Vardığımız noktada ülkemiz/dünyamız düşüncenin, ırkın ve dinin kavgasını vermenin ötesine geçemiyor.
Kimliklerin (din, dil, ırk, mezhep vs.) daha değerli olduğu, sorunların aşılamadığı bir noktadayız. Dediklerimi, en son gündeme konu olmuş bir örnekle anlatayım. Ülkemiz geçen günlerde bir soruya cevap aramaya başladı. Resmi nikahı niye müftü kıymıyor? Buna karşılık veren muhalefetin tepkisi şu şekilde: Müftünün Resmi nikah kıyması Cumhuriyet’e ve Gazi Mustafa Kemal’e ihanettir. Ülke şeriate evriliyor tarzında bir yaklaşım benimsedi. Muhalefetin dini bilgi noksanlığı mı? Yoksa akıl yoksunluğu mu? Bilemiyorum lakin dinde Resmi nikahı Ali kıysın veya Mehmet kıysın yoktur. Din çocuğun babası bilinsin (eşlerin evliliği meçhul olmasın) diyor. Bunu bilerek hareket etmeyip laik-muhafazakâr tartışması yaşamak nedir?
Birbirimizi duymadığımıza kanıttır. Ülkede onca sorun mevcut iken oturup hiçbirini tartışamamak, sorunlara yapıcı bir şekilde yaklaşım sergileyememek ve en önemlisi bizim gibi düşünmeyeni duymama hastalığımız var. Kendimiz gibi düşünmeyenlerle oturup beş dakika konuşamıyoruz. Çünkü dinlemeyi bilmiyoruz, hata yaptığımızda özür dileme kültürümüz yok. Oysa hepimizin derdi aynı, argümanlarımız farklı. Güzel ve yaşanılabilir bir ülke/dünya inşasıdır.
Birbirimizi duymak ve anlamak istiyorsak; dinlemeli, anlamaya çalışmalı, saygılı olmalı ve özür dileme kültürüne geri dönmeliyiz. Ülkede bir sürü sorun mevcut durumdayken, birbirimizi duymaya çalışmaktan başka çaremiz yok. İdeolojik olarak nasıl düşünürsek düşünelim, hissiyat olarak nasıl hissedersek hissedelim toplumsal bir öz eleştiri yapmalıyız. Ve sormamız gerekir niye birbirimizi duymuyoruz?
Her yazının bir kör noktası mevcuttur. Benim yazımın kör bir noktası yok. Çünkü bilinen şeyleri uygularsak kör noktalara ihtiyaç olacağını sanmıyorum.
(Rabbim Arakan’da olanların yardımcısı olsun ve üzerlerindeki zalimleri yerle yeksan etsin. Herkesin kurban bayramını kutluyor, şapkamızı önümüze koyduğumuz bir bayram olmasını temenni ediyorum)
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).