Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) Amerika’nın öncülüğünde 1949 yılında, Sovyetler Birliğine karşı oluşturulan askeri temelli pakttır. 29 ülke birliğe üyedir. Birliğin merkezi Belçika Brüksel’dir.
Birliğin temel amacı, üye olan devletlerin toprak bütünlüğünü korumak, halklarının güvenliğini tesis etmektir.
NATO’nun temel prensibi “kolektif güvenlik” (collective security) esasına dayanır ve üye ülkelerden herhangi birine karşı oluşacak güvelik tehdidine karşı, birliğin adeta şemsiye görevi görerek tehdidin o üye devlete ulaşmasını engellemektir.
Türkiye’nin bu birliğe üye olmasındaki ön koşul, 1950 yılında Kuzey ve Güney Kore savaşı esnasında Güney Kore’ye destek için asker göndermesi olmuştur. Adnan Menderes’in ifadesiyle “Koreye biz Birleşmiş Milletler Anayasası gereğince ve teşkilatın Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu karara uyarak katıldık.” (Aralık 1950)
Ve Türkiye’ye ödül olarak, 1952 senesinde NATO üyeliği kapısı açılmış ve birliğe katılmıştır.
Amerika güdümündeki NATO, esas aldığı “kollektif güvenlik” prensibini Türkiye üzerinde gözetmemiştir. Amerika’ya ve kontrolündeki NATO’ya neden kontrollü yaklaşmamız gerektiğini NATO ile yaşadığımız birkaç krizde görebiliriz.
1964 Kıbrıs krizi…
1975 Kıbrıs krizi… (ayrı bir yeri olduğunu hatırlatmak isterim)
2012 Patriot krizi…
2017 Norveç krizi…
Birçok olayda dost ve müttefik olamadığımız ülke ve birliklerle yine bilindik tekrarı yaşıyoruz.
Nasıl mı?
Senaryo yine aynı.
Kuzey Suriye bölgesinde yaşayan Araplara, Türkmenlere ve Kürt halkına zulmeden, bölgenin demografik yapısını değiştirerek bir terörist devlet kurmaya çalışan PYD-YPG ve onların çatı örgütü olan SDG’e karşı, bölgenin temizlenmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından “Barış Pınarı Harekatı” başlatılmıştır.
9 Ekim 2019…
Devletimizin son yıllarda teröristlere karşı başlatmış olduğu en ciddi ve büyük operasyon olan “Barış Pınarı Harekatı”nın başladığı tarihtir; amacı Kuzey Suriye’nin bu örgütlerden arındırılması ve güvenli bölgenin de tesisine zemin hazırlanmasıdır.
Kuzey Suriye’de kurulması planlanan terör koridorunun ve terörist grupların bu harekat ile engellenmeye ve yok edilmeye çalışılması son derece yerindedir. Bu operasyonun geç kalınmış olmasının tartışılması bir yana, olmazsa olmaz bir harekat olduğu genel kabuldür. Muhalefeti ile ülkemizin her kesiminin aynı paydada buluştuğu ve 82 milyonun tek yürek olarak destek verdiği bu operasyon, Türkiye’nin kendi güvenliği açısından elzemdir; ayrıca Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun da deyimiyle Uluslararası Hukuk’a da uygundur.
Türkiye’nin bir NATO üyesi ve Amerika’nın da bölgede askeri ve stratejik ortağı – buna kim inanır!- olduğu bilinmesinin aksine, terörist yapılanmaya karşı yürüttüğümüz bu operasyona destek olmalarını beklemek doğru olur mu?
Barış Pınarı Harekatı’nın başlamasına müteakip yine bilindik ülkeler, gruplar ve kişiler Türkiye karşıtı söylemlerini ayyuka çıkarmış şekilde ülkemize saldırmaya başladılar. Bir yandan Avrupa Birliği harekatın bir an önce durdurulması gerektiğini haykırıyor, diğer yandan Arap Birliği bu operasyonu kınıyor, tabii ki de Amerika yine yaptırım ve ambargo tehdidiyle bir takım senatörler ve kongre üyeleri üzerinden bu operasyona karşı olduklarını ifade ediyor. Son olarak, NATO genel sekreteri de PYD’nin bölgedeki müttefikleri olduğunu itiraf ediyor.
Bu gelişmeler ışığında, Sn. Cumhurbaşkanımızın, milli birlik, beraberlik ve devletimizin bekası için Gazi Meclisimizde grubu olan tüm parti liderleri ile birlikte bir araya gelerek, harekatın başarıya ulaşacağı ana kadar kararlılığımızın devam edeceğini ilan etmelidir.
Toplum olarak, geçmiş deneyim ve edindiğimiz tecrübelerden yola çıktığımızda devletimizin bekası ve milli egemenliğimiz için en doğru kararın, yine halkımız ve devletimiz tarafından verilmesi gerektiğini bir kez daha anlamış olduk. Bu operasyonun başarı ile tamamlanmasına kadar geçen süre içerisinde, dik duruşumuzdan asla taviz vermememiz gerektiğini uluslararası arenaya göstermeliyiz.
Sonuç itibarıyla, Mustafa Kemalin Amasya Tamimi’nde söylediği “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim kararı kurtaracaktır” sözü ışığında yolumuza emin adımlarla devam etmeliyiz.
Çankaya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’den mezun olduktan sonra bölümüm gereği bu alanda çalışmalar yapmak arzusunda idim. Sonrasında, TBMM olsun siyasi partiler olsun birçok alanda bölümüm gereği staj yapma ve çalışma olanağı buldum. Zaman zaman kaleme aldığım yazılarımı artık yayımlama vakti geldiğini düşündüğümden dolayı aksiyona geçmiş bulunmaktayım; Uluslararası İlişkiler üzerine, zaman zaman da diğer konularda yazılar kaleme alıyorum. Saygılarımı sunarım.