Kraliçe Elizabeth İngiltere’nin 15 ve 16 yüzyıllarında en heybetli yöneticidir, buna rağmen bencil ve övülmeye muhtaç olduğunu bilen hisseden kraliçedir. Kırk yıla yakın hizmet verip hayattan son nefesi alıp vermiştir. Bana göre o tarihten bu tarihe tekerrür eden çok şey söz konusu. Yalnız parantez açalım zaman ve mekan kavramı değişmekle beraber tekerrür eden meselelerimiz oldu, olacak. Bunların en dikkat çekici olanı yine bencesiyle beraber Katoliklerle Protestanların mücadelesidir.
Aradan beş ile altı yüzyıla yakın süreç geçmesine rağmen bugün hala aynı mücadeleler Hıristiyanlık, Müslümanlık, Yahudilik başta olmak üzere hemen hemen tüm dinler için benzer mücadeleler egemendir. Buna benzer sorunlar fikren ilkel despotluk örneğidir, insan doğasının çağı anlayamaması üzerine kurulu çetrefilli ruh haline örnektir.
Yirmi birinci yüzyılın bu konudaki en iyi film örneği şu ana kadar izlediğim en iyi filmlerden biri olan ‘Black Mirror’un’ ikinci bölümü. Burada zirveye çıkmış olan teknolojik yaşamla beraber gelen gayelerin doğallıktan uzak ve fazlasıyla suni olması bir tarafa, asıl mesele fikren ve bedenen çok iyi dansöz olmanız gerekmektedir. Bunun yanısıra verilmekte olan karar aslında sizin kararınız değildir, seyirci ve kitle sizden daha üstündür. Eğer diziyi izlerseniz değişen iki hayatla nelerin anlatıldığını gayet rahat anlayacaksınız.
Çağdaş yaşamın en ilkel dönemlerinden geçiyoruz dünya olarak. Zevk, eğlence, şatafat, vazgeçilmezlerimiz varız ama yokuz. Fikirlerimiz çok mükemmel olabilir, konumunuz olmadan ipe sapa gelmez düşünceler. Varlık içinde çoktan kendimizi tükettiğimiz yaşamdan geçmekle meşgul olduğumuzun farkında mısınız? Yine farklı filmlerden bir tane ‘Eğitmenler’ günde on iki saat çalışan insanların hayatlarını varlık içinde yokluk olarak ifade eder. Zorlu/zorunlu yaşamın büyük sorunlarına değinirler. Devrimci fikirler etrafında varlığını sürdüren üç eğitimci. İşleri güçleri adil yaşam standartlarını herkese sunmak için ilkel despotluğu anlatmak. Kısaca zoraki yaşam standartlarına karşı canhıraş mücadele şekli.
Bu seferki kitap ‘Meşrutiyet Kıraathanesi’ Rıfat Ilgaz’ın kalemindeki asıl konulardan teki olmasa bile ilkel despotluğa dikkat çekmiş. Fizik kanunlarını anlatan hocanın aslında kendi kanunlarını da öğrencilere zorla öğrettiğine, aynı zamanda tarih hocalarımızın yine ortalığı kan gölüne çeviren tablosuna/anlatım tekniklerine dikkatleri çekmektedir. Kısaca üç aşağı beş yukarı her hocanın kendi dersinde ya dersinin kanuna dair abartısını ya da kendi fikir beyanını diktasına dikkatleri buyurur.
Asıl meselemiz ortalama iki film iki kitaptan anlaşılacağı üzere, çağ değişebilir yalnız beyinlerdeki loblarda yer alan bilgiler çoğu kez değişmeyebiliyor. Bunun bilimsel hikmeti, hükmü nedir o da bilim adamlarına kalmış. Aktarım mı, yoksa genetik mi hep beraber öğreneceğiz.
Dünya ortalamasında yine en ilkel yaşayan toplumlardan biri olabilir miyiz? Yok ya o kadar değil, yani güzel yerlere sahibiz demek isterdim, hatta tam diyecektim ki… Annem uzun saçlar kız işi dedi bıraktı, yani kısaca kes şu saçları diyor, ben diyeceğimi diyemedim. Anlatmaya çalıştım, olmadı evin direği/babam direkle kovalayacak gibi baktı… Tamam dedim bu işin tarihsel serüveni olmalı. Değerli okur ezcümle hâlâ giyim kuşamıma karışılıyor bu ilkel despotluk değilse nedir Allah aşkına!
Günlük güncel konulardan örnek vermeden bitiriyorum, yalnız yeni yıl için birkaç söz edeyim.
Yeni yılda çaba olsun ki her şey güzel olsun, aksi takdirde aynı hüsran bizi bekliyor.
Önereceğim kitap galiba “Kraliçe Elizabeth.”
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).