"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ayrılsak da Beraberiz

 

Çocukluğumda severek izlediğim, ‘‘Ayrılsak da Beraberiz’’ isminde bir dizi vardı. Janset ve Hakan Yılmaz’ın başrollerini paylaştığı bu dizide, evlenip boşanmış ancak birbirlerine hala gönülden bağlı olan bir çiftin aynı çatı altındaki birliktelikleri konu edilmişti. Her ikisi de başkalarıyla flört eder, birbirlerini kıskandırır ancak nihayetinde kürkçü dükkânına geri dönerlerdi.

Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişki de aynen böyle. Tarih boyunca geniş anlamda batının, özel anlamda ise ABD’nin yörüngesinden genellikle çıkmayan/çıkamayan Türkiye, bazı dramatik olaylar haricinde ABD ile ‘‘uyumlu’’ olmaya özen göstermiştir. Komünizm ve Sovyet tehlikesi sürecinde, ABD hamiliğini güvenli bulan Türkiye, karşılığında pek çok kez tavizler vermiştir. Gün gelmiş Kore Savaşı için ABD’ye askeri destek sağlanmış, gün gelmiş ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu olunmuştur. ABD ise mahir olduğu havuç sopa mekanizmasını Türkiye’ye de işletmiş, menfaat ve emirlerine uyduğumuz ölçüde stratejik ortağı olma şerefine bizi nail etmiştir. Bunlarla beraber ne zaman ülkenin menfaati ve bekası, ABD’nin menfaatlerinden üstün görülüp o yönde politika izlense, ABD, yaptırım ve tehditlerle had bildirmekte gecikmemiştir.

Kıbrıs’ta bizim de hakkımız var deyip operasyon düzenlemek istediğimizde, gelen bir mektupla (Johnson Mektubu) gemilerimizi geri döndürmek zorunda kalmışız. Bıçak kemiğe dayanmış, Kıbrıs’a harekat düzenlemişiz, ABD tarafından yaptırım uygulanmış ambargo yemişiz. Öyle ki uçaklarımızın tekeri için gerekli lastiği bile bulamamışız. Sonra o lastiği bizi kim temin etmiş biliyor musunuz? Hani kendi ‘‘halkı’’ tarafından haince linç edilen bir Kaddafi vardı ya işte O.

Neyse…

Bununla da bitmemiş Irak Savaşı’nda sınırlarımızı açıp kendilerine yeterince destek olmadığımız için Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçiren ABD, tarihimizde unutulmayacak bir leke bırakmıştır. Tüm bunlar da yetmemiş, her on senede bir mutlaka askeri bir darbe bizlere balans ayarı verilmiştir. Öyle ki, dünyada ve ülkemizde pek çok askeri darbenin arkasında ‘‘özgürlükler ülkesi’’ ABD’nin olduğu bilinmektedir.

Malum tek kutuplu dünyada şamil olarak kendini gören ve bu bağlamda ülkelerin politikalarını kendi istekleri doğrultusunda eviren ABD yönetimi, en ufak bir dirençle karşılaştığında söz konusu ülke hükümetinin alaşağı edilmesi için legal/illegal her türlü yola başvurmaktan geri durmaz. Ne de olsa Amerikan zihniyeti bu, çıkarı için Şeytan’la bile aynı çuvala girer. Nitekim Türkiye tarihinde de birçok kez doğrudan ya da dolaylı ABD destekli örtülü ya da açık operasyonlar ile hükümetler değişmiş, ülke politikasında radikal değişiklikler zorunlu kılınmıştır.

Gün gelmiş sağ sol olayları, gün gelmiş irtica heyulası, gün gelmiş ekonomik buhranlarla ülke çıkmaza sokulmuştur. Hepsinin sonunda da illa askeri bir darbe ile ülke, ABD eksenine oturtulmuştur. Şimdilerde ise başta FETÖ ve Suriye’nin geleceği konusunda gerilen Türk, Amerikan ilişkileri son olarak Papaz Brunson hasebiyle daha da sıkıntılı bir sürece girmiş gibi görünüyor. Öyle ki ABD’nin, bakanlarımıza uygulayacağını açıkladığı yaptırım kararına karşı Türkiye’nin de aynı şekilde misilleme yapacağını duyurması iki ülke arasındaki ilişkilerin yakın zamanda düzelmeyeceğinin habercisi. Bununla birlikte Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın, Trump’a yönelik ‘‘Oyunu boz’’ açıklamaları bakalım Amerikan nezdinde nasıl karşılık bulacak. Her şeye rağmen ne Türkiye’nin ABD’den, ne de onların bizden vazgeçebileceğini sanıyorum. Nitekim tarih boyunca pek çok kez gerilen ilişkilerimiz, zamanla düzelme seyrine girmiştir. Yine öyle olacağı muhakkak, yeter ki diplomasi kanalları açık olsun. Öyle ya, uluslararası ilişkilerde ebedi dostlukta yoktur, ebedi düşmanlıkta. Sadece uyuşan ve çatışan menfaatler vardır.

Bakalım önümüzdeki günler neler getirecek… Atalarımızın dediği gibi;

‘‘Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı’’

Erdoğan’ın açıklamalarından kastının asıl oyun kurucular (üst akıl) olduğu açık, ancak Trump’ın, kendisini o koltuğa oturtanlara ne yapabileceği muğlak. Yazının ilk bölümünde ifade ettiğim gibi, ABD bürokratik oligarşisi menfaatine uymayan ne olursa olsun, tehdit sayar ve yok etmeye çalışır. Öyle ki o yok olanların arasında pek çok Amerikan başkanının da olduğunu unutmayalım. Velhasıl, ”ortak” bir aklın (ya da üst aklın) ürünü olan ABD, Kurucu Baba’lar tarafından kurulmuş ve hala ‘‘onlar’’ tarafından yönetilmektedir. Bir Cumhuriyetçilerden, bir Demokratlardan getirilen başkanlar ise sözcü olmaktan ileri gidememekte, F. Kennedy ve niceleri gibi gitmeye çalışanlar ise yok edilmektedir. Rahmetlik Barış Akarsu’nun dediği gibi,

Tepede beyaz bir saray,

Sarayda soytarı bir kral

Kara haber onun işi, sıra kimde?

Kanlı resimler ressamı

Sergide insan mezarı

Satılık olan karanlıktır, çerçevede