Bir işi çabucak yapma isteği…
Hedefleri hemen yerine getirmek. Durmadan düşünmeden o anı, o anda yapabilme çabası…
Ölçmeden, biçmeden kararlar vermek.
Acelecilik…
Günümüzün en önemli hastalıklarından biri olan acelecilik, gün geçtikçe daha da zararlı olmaya başladı . Tehlike boyutu büyüdükçe ne kadar aceleci bir millet olduğumuz göz önüne çıkıyor. Belki ilk başlarda bir işi yapma ve yetiştirme esnasında uyguladığımız acele davranmak, artık o eski masum hâlinden çıktı. Günlük hayatın koşuşturması yetmiyormuş gibi, bir de bu koşuşturmaya aceleciliği ekleyince önüne geçilmez sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Peki bizi bu denli aceleci yapan nedir?
Kıymetini ve değerini bilmediğimiz zamanı iyi kullanamamak. İsteklerimizin o an gerçekleşmesini beklemek. Ve ne yazık ki “ben” önceliğimiz…
Amaçlarımıza ulaşabilmek için acele ediyoruz. Bize sunulan güzelliklerin kıymetini bilmek yerine, acele ettiğimizden o güzellikleri göremiyoruz.
Sürekli bir yerlere yetişebilme hâli ile koşuşturmalar…
Dinlemeden, anlamadan alınan aceleci kararlar…
Ve bütün bunların sonunda karşılaşılan zararlar…
Evde anne baba aceleci, yolda şoför aceleci, okulda öğretmen aceleci ve bunların arasında yaşamak zorunda olan çocuk aceleci. Kimsenin bir dakika fazla beklemeye tahammülü kalmamış. Bu yüzden değil mi trafikte onca can yok oluyor? Bir saniye bekleyip, geç çıksan ne olur sanki. Ölmezsin! Ama aceleci davrandığın müddetçe hem ölür hem de öldürürsün.
Üstelik bu devirde insanlığı yok etmek için öyle çaresiz hastalıklara falan da gerek yok. Maalesef insanoğlu kendi sonunu hazırlarken bile aceleci davranabiliyor.
Bu hayatın bir yolcusu olduğumuzu unutup, koşar adımlarla acele bir şekilde terkediyoruz onu. Oysa vakti gelince açılır bütün kapılar, beklemesini bilirsen.
Acele edilen bir hayatın bize faydasından çok zararı dokunur. Aynı zamanda bazı hastalıkların da kapısını aralar. Panik bozukluğu ise en çok rastlanan rahatsızlıklardan biridir.
O kadar alışmışız ki her istediğimizin o an olmasına, beklemeyi bilmiyoruz. Beklemeyi bilmeyen sabretmeyi bilir mi hiç? Ve sonra istekler gerçekleşmeyince hastalığın en kötü gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Zarar veriyoruz hem kendimize, hem karşımızdakine hem de çevreye ve insanlığa. Sırf bu acelecilik yüzünden insanlıktan çıkanlar var toplumda. Oysa nedir bu telaşın? Aldığımız aceleci kararlar yüzünden yaşanılmaz hâle getiriyoruz hayatı.
Öyle ki yaşadığımız sevdalar bile aceleci olmuş. Ya üç gün sürüyor ya beş gün. Sonunu getiremiyoruz. Çünkü doğru düşünemiyoruz. Normal olarak da doğru kararlar veremiyoruz.
Ve sonra kırılan kalpler, yıkılan gönüller, yanan yürekler…
Düşünüyorum da ağzımızdan çıkan söz bile aceleci olmuş. Ondandır işte kalpleri kırmamız.
Dil beklemez, söz dinlemez olmuş. Herhâlde en çok kullanılan “çabuk ve acele” kelimesi olsa gerek. Günde kaç defa duyuyor insan bu iki kelimeyi, her sözün başına koymayı ihmal etmiyoruz.
Acele et, acele git, acele gel ve acele öl kardeşim!..
Boşuna dememişler “acele eden ecele gider” diye.
Kısacası kendimize ve sözcüklerimize sabretmeyi ve beklemeyi öğretmeliyiz. “Acele et” demeden “bekle” demeyi öğrenmeliyiz.
Bu çağın hastalığından olan aceleciliğin devası ise beklemek ve sabretmektir. Yeri geldiğinde acele etmeyi olduğu gibi yeri gelince de beklemeyi bilmek hayatımızı kolaylaştıracaktır. İkisini birbirinden ayırt etmeli.Acele olmak ya da aceleci davranmak…
Hızlı olmak ya da aceleci davranmak…
Hayatı kendimize daha fazla zorlaştırmamak için, acele etmeyin. Aksine onu kolaylaştırmak ise elimizde. Acele etmeden, sabırla bekleyin ve göreceksiniz. Hayat çok kısa ve bize verilen en güzel hediye…
Sevgiyle …
Fotoğraf kaynak: deposit.com
30 Ekim 1978 doğumlu, her şeyden önce kul, sonra evlat, eş ve anne olma çabasında…
Yazdıkça öğrenenlerdenim…