"Enter"a basıp içeriğe geçin

ASELSAN “Ölümleri”

Uzun zamandır ASELSAN mühendislerinin ‘‘ölümleri’’ hususunda yazmak istiyordum. Ancak, malum ülke gündemi öylesine hareketli ki bir türlü fırsat olmadı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun gündeme getirdiği SİHA’lar ile ülkenin savunma sanayisi ve esasen ‘‘bilgi teknolojisi’’ yeniden ön plana çıktı.

Bilgi ve bilişim!

Günümüz konjonktürü artık Soğuk Savaş zamanındaki gibi tank, silah ve nüfus ile değil bilgi ile orantılı. Almanlar ürettikleri arabaların kilit ve motorunu bir sinyalle kilometreler ötesinden çalıştırabiliyorsa, bize sattıkları tankın, tüfeğin sistemini nasıl oluşturuyorlar, varın siz düşünün.

Düşünün ki, düşen Atlas Jet uçağının ve içerisinde ölen ilim insanlarımızın gerçekten kaza eseri mi öldüğünü sorgulayın. Eşref Bitlis Paşa’yı, Muhsin Yazıcıoğlu’nu hatırlayın.

Neyse konuyu çok dağıtmamak adına bu kadarı ile yetiniyorum.

İşte Türkiye’de bu bilgi ve savunma sanayi, öncelikle TÜBİTAK ve ASELSAN’a emanet. Ülkenin en güzide kurumlarından olan ASELSAN, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teknolojik ve bilişim alanında güçlendirme/geliştirilmesi üzerine çalışan bir kurum.

Peki, ne mi yapar bu kurum?

Mesela düşmana karşı korunmak için dost görünen düşmanlardan alınan silah, uçak ve teçhizatların kriptolarını çözmeye çalışır.

Mesela ABD’den alınan ancak sadece ABD’nin düşmanlarına karşı kullanılabilen F16’ların kodunu çözmeye çalışır. Çözmeye çalışır ki, dost olarak kodlandığı için Yunanistan’a karşı ateşleme sistemi çalışmayan uçaklara mahkûm olmayalım.

Tabi ki bu işin bir de milyar dolarları bulan maddi boyutu olmasına rağmen ondan bahsetmiyorum bile. Hele ki Türkiye gibi yıllardır terörle mücadele eden bir ülkenin savunma harcamalarını varın siz düşünün. Nitekim özellikle 2004 yılından itibaren Türkiye’nin değişen savunma stratejisi ve kendi silahlarını üretme planı kapsamında daha da önem kazanan ASELSAN, dış güçlerin ve içimizdeki hainlerinin birincil hedefi halini aldı.

Peki, biz bu adımları atarken, ‘‘onlar’’ durur mu?

Halim Ünsem Ünal

Hüseyin Başbilen

Evrim Yançeken

Burhaneddin Volkan

Zafer Oluk

Hakan Öksüz

Erdem Uğur

Ercan Kuruoğlu ve daha niceleri

Bu isimleri Türkiye’nin yüzde doksanı ya tanımaz ya da hatırlamaz. Halbuki onlar ülkemizin askeri savunma sanayisinin beyin takımlarıydı. En ileri teknoloji, beyindir. Ve beyinlerimizi bizden aldılar. Hem de öyle bir aldılar ki dalga geçercesine. Kimisini intihar süsüyle yok ettiler, kimisini şüpheli trafik kazalarıyla.

Peki, suçu neydi bu insanlarımızın? Söyleyeyim…

Mart 2003’te Akdeniz’den Irak’a fırlatılan Tomahawk füzelerinin Şanlıurfa’ya düştüğünü hatırlarsınız. Sizce ABD gibi üstün bir teknolojiye sahip ülkenin füzesi hedefine neden ulaşamaz? Acaba bir dış müdahale mi gerçekleşti? Ve acaba bunu Türkiye’den kimler gerçekleştirdi?

İsrail’den alınan insansız hava araçlarının (İHA) verdiği koordinatlar, hedefin ya beş km ötesine ya da gerisine düşerken, bunların kriptosunu kimler çözdü de gerçek koordinatlar saptandı?

ABD, İngiltere, Almanya’dan almak varken ‘‘Milli Tank’’ projesi ile kendi bağımsız ve milli savunma stratejisi kimler sayesinde gerçekleştirildi?

NOT: ‘‘Milli Tank’’ projesini yürüten Hüseyin Başbilen, 7 Ağustos 2006 günü arabasında boğazında ve bileğindeki kesikler nedeniyle öldü. Zabıtlara intihar diye geçti. Başbilen’in çalışmalarının yer aldığı disk bulunamadı. Daha da ilginci, Başbilen’in haricinde arabada bulunan iki ayrı parmak izi veritabanında ‘‘ne yapılsa da’’ bulunamadı.

Herkes Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD tarafından Türk askerinin kafasına çuval geçirme hadisesini az çok bilir. Ancak o sırada birliğimizden çalınan kripto çözüm cihazını ve o cihazı yapan Ercan Kuruoğlu’nun akıbetini biliyor muyuz?

NOT: Ercan Kuruoğlu ve TÜBİTAK ekibi ürettikleri kripto çözüm cihazının sunumu için Çanakkale’ye giderken ‘‘trafik kazasında’’ öldü. Kuruoğlu’nun evrak çantası bulunamadı.

16 Ocak 2007; ODTÜ mezunu elektrik mühendisi Halim Ünsem Ünal, kendi aracının içinde tabancayla ‘‘intihar’’ etti.

26 Ocak 2007; ODTÜ mezunu elektrik mühendisi Evrim Yançeken, yazmış olduğu yüksek lisans tezi nedeniyle bunalıma girdi ve evinin penceresinden atlayarak hayatına son verdi.

7 Ekim 2007; Hacettepe Bilgisayar Mühendisliği mezunu Burhaneddin Volkan, arkadaşlarının ölümünün ardından depresyona girerek, kafasına ateş etmek suretiyle intihar etti.

9 Mayıs 2008; ODTÜ mezunu elektrik mühendisi, ‘‘Süper Beyin’’ Zafer Oluk, vatani görevini yaptığı İstanbul’da, trafo bakımı yaparken elektrik çarpması sonucu şehit oldu.

Hepsinin ortak noktası ve suçu, ülkenin yetiştirdiği en önemli bilim insanları olmaları ve ASELSAN’a yani ülkenin milli savunmasına hizmet etmeleriydi. Şu an/gelecekte ülkemize saldırmak isteyen yapı ve ülkelerin planlarını boşa çıkaracak ilme sahip olan bu değerlerimizi ne yazık ki yitirdik. Sadece ölümlerle de değil.

Özellikle FETÖ eliyle yapılan kansız cinayetlerle de birçok ilim ve bilim insanımız yıllarca görevden uzaklaştırıldı. Cezaevlerinde çürütüldü. Kamuoyunun önüne, toplum tarafından pek itibar edilmeyen birkaç isim sürerek davalara meşruiyet ve taraftar kazandıran FETÖ, içten içe ise onlarca vatanperver insanımızı ekarte etmeyi başardı.

Dünya standartlarında başarıya sahip genetik ve simülasyoncu ilim insanlarımıza iftiralar atıldı. Görevden el çektirildi. Evvel Allah bu ülkede ne kahraman ne de âlim biter. Ancak yine de değerlerimize artık sahip çıkalım!

Bizler gölgemizle oyun oynarken, onlar üniversitelerimizde genetik bölümü okuyan öğrencilerimize bizden çok özen gösteriyorlar. ‘‘Sende abarttın yahu demeyin’’. Diyorsanız, İngilizlerin ülkemizde hangi bitkilerin, nasıl yetiştiğini, toprak yapımızı incelemek için heyetler gönderdiğini, kaymakam adaylarımızın eğitim için neden yıllarca İngiltere’ye gönderildiğini ya da Rusya’daki ‘‘Yasak Şehir’’ efsanesini bilip, öyle diyin.

Velhasıl diyeceğim, inanın senaryo hep ama hep aynı. Geçmişte Cem Ersever ve ekibini kim yok ettiyse, bugün de mühendislerimizi yok eden aynı yapılar. Sadece kullandıkları maşalar şekil değiştiriyor. Dün Masonist yapılarla gelenler bugün FETÖ ile geldiler. Yarın da gelecekler. Önemli olan, tarihten dersimizi artık bir nebze de olsa alabilmek. Yoksa bize daha çok gelir, bizden daha çok götürürler.

Selametle.