"Enter"a basıp içeriğe geçin

Trump, Kim’e Karşı

 

Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşı’ndan birkaç sene sonra patlak veren 1950 Kore Savaşı, dar anlamda Kore’nin iç meselesi gibi görünürken; ABD, Çin ve Rusya’nın dâhil olmasıyla küresel bir muhteva kazanmıştı. Türkiye’nin de, ABD tarafında saf tuttuğu Kore Savaşı neticesinde, Kore, Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Nitekim o zamandan bu yana Kore’de sular durulmadı.

Savaş sonrasında yapılan ateşkes anlaşmasının, kalıcı bir barışa dönüştürülememesi, bu duruma yol açan en önemli etkenlerden biri. Öyle ki,  1975’te BM Genel Kurulu’nun, 1996’da ise BM Güvenlik Konseyi’nin taraflara yaptığı çağrılara rağmen Güney ve Kuzey Kore, aralarında teknik olarak devam eden savaş durumunu hukuken sona erdirecek imzaları atmadılar. Dahası Kuzey Kore, 1994’ten 2013’e kadar altı defa ateşkes anlaşması hükümlerine uymayacağını duyurdu. Bu doğrultuda, başlattığı nükleer program çerçevesinde, nükleer reaktör inşa eden Kuzey Kore, 1980’li yıllarda ise büyük mahremiyet içerisinde nükleer silah çalışmaları yürüttü.

Tüm bunları yaparken, uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmemek için Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı onaylayan Kuzey Kore, bununla birlikte Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) taleplerine rağmen bu antlaşmanın birçok gereğini yerine getirmedi.

Nükleer çalışmalarını büyük bir gizlilikle yürütmek isteyen Pyonyang yönetimi, istediği sonuçları almış olacak ki, 2003’te  Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan çekildi. Nitekim 2005 yılında da nükleer silahlara sahip olduğunu kabul etti.

Özellikle ‘‘çılgın’’ Kim Jong’un, ülke yönetimini ele almasıyla daha da ivme kazanan nükleer silah çalışmaları, ABD başta olmak üzere birçok ülkenin sert diplomatik yaptırımlarına rağmen hız kesmedi. Buna tepki olarak, Başkan Trump, Kuzey Kore’nin nükleer denemelerine devam etmesi durumunda, ABD’nin buna ateş ve öfkeyle yanıt vereceğini belirtti. Pyongyang yönetimi ise, Trump’ın açıklamasının karşısında geri adım atmayarak, Guam Adası’nı füzeyle vurmak için plan hazırladığını açıkladı.

Görüldüğü üzere, bir yanda özellikle Soğuk Savaş’ın ardından kendini dünyanın süper gücü olarak konumlandıran ABD ile diğer yanda tamamen kapalı ve tehlikeli ülke olan Kuzey Kore arasında, gerilimli bir süreç başlamış oldu.

Peki, bu süreçte bizi neler bekliyor? Bu ‘‘Korkak Tavuk Oyunu’’ kime yarar getirir? Pyongyang neyi hedefliyor? Dünya’nın hamisi rolündeki ABD, Kim Jong’a karşı ne planlıyor?

Öncelikle söylemek gerekirse, nükleer silah denemeleri hususunda, Pyonyang yönetimi, henüz geri dönülemez eşiğe ulaşmış değil. Ancak daha önce de ifade ettiğim gibi, dünyanın birçok yerinden yükselen kınamalara ve uyarılara rağmen, Kuzey Kore’nin nükleer silah programı tüm hızıyla devam ediyor. ABD ve Batılı müttefikleri ise Kuzey Kore’ye herhangi bir yaptırım uygulama gücünden şimdilik mahrumlar.

Malumunuz, uluslararası ilişkilerde bir devlete karşı yaptırımlar, “kuvvet kullanma içermeyen ve içeren önlemler” şeklinde iki başlık altında kategorize edilmiş durumda.

Kuvvet kullanmayı içermeyen önlemler, ekonomik ilişkileri kesme, ambargo, iletişimi kesme ve diplomatik ilişkileri sona erdirme olarak sıralanmış olsa da, ABD ve birçok Batılı ülkenin zaten Kuzey Kore ile ilişkilerinde bu sayılan alanların hiçbiri mevcut değil. Olmayan bir şey kesilemeyeceğine göre, bu yolla Kuzey Kore üzerinde bir yaptırım uygulamak da söz konusu değil.

Kuvvet kullanmayı içeren yaptırımlara gelirsek ise bunlar; abluka ve hava-deniz-kara kuvvetleriyle askeri harekât yapılması olarak ifade edilebilir. Ancak Kuzey Kore’ye karşı, ABD’nin ve/ve ya onun desteğindeki bir başka devletin askeri bir harekâta girişmesi ihtimali çok zayıf görünüyor. Nitekim böyle bir harekât söz konusu olduğunda, tıpkı 1950’de olduğu gibi, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun, Pyongyang’ın yardımına koşacağı muhakkak. Böyle bir hal ise, meseleyi bir “Vekâlet Savaşı” olmaktan çıkarıp, “Üçüncü Dünya Savaşı” durumuna dönüştürebilir. Bu yüzden ABD ve Batılı müttefikleri, Kuzey Kore’ye yönelik açık bir askeri harekâttan ziyade, karşılıklı tavizler verilerek diplomasi kartını kullanabilirler. Ancak, Kim’in ne yapacağının kestirilememesi halinde, Pyonyang yönetiminin güç kullanarak dizginlenmesi ya da mevcut rejimin devrilmesi yollarına gidilebilir.  Nitekim Kuzey Kore’ye karşı, ABD, Japonya ve Güney Kore arasında güç birliği yapıldığı ilan edildi.

Aslında bu ittifak ve ötesinin, Kuzey Kore’den ziyade Çin’e karşı oluşturulduğu söylenebilir. Zati sürecin esası da burada yatıyor. Washington yönetiminin, Orta Doğu’ya SSCB’nin sızmasına karşı geliştirdiği “Kuzey Kuşağı” ve 1980’lerde İran’a karşı oluşturmaya çalıştığı “Yeşil Kuşak” benzeri bir kuşağı (bunun rengi de sarı olsun) şuan Çin’e karşı oluşturmak istediği ayan beyan ortada. Yani bu gerilimli süreç, tıpkı 1950’de olduğu gibi sadece ABD ile Kuzey Kore arasında olmaktan ziyade, ABD ile Çin arasında gerçekleşeceğe benziyor. Çünkü ne kadar çok nükleer silah geliştirirse geliştirsin, Kuzey Kore’nin küresel bir aktör olamayacağı, hele ABD’ye karşı girişeceği bir çatışmadan galip çıkamayacağı ortada.

Kim’in amacı kendisine yönelik bir saldırıyı caydırmak veya bertaraf etmek ise, ne düşman kardeşi Güney Kore’nin ne de başka bir ülkenin Kuzey Kore’ye saldırmak gibi açık bir niyeti var. Bu durumda geriye iki ihtimal kalıyor.  Ya Kim 28 yaşında oturduğu liderlik koltuğunu iyice sağlamlaştırmak için düşmanlara meydan okuma taktiği izliyor, ya da perde gerisinde iplerini tutan bir diğer büyük gücün söylediklerini yapıyor. Bir başka deyişle, ABD ile Çin arasında artık belirginleşmeye başlayan vekâleten mücadelenin kullanışlı bir aracı hâline geliyor. Nitekim Kuzey Kore ile ABD arasındaki bu gerilimli süreç devam ededursun, ABD ile Çin’in bölgesel ve küresel hegemonya için pazarlık masasına oturması, ABD-Rusya geriliminin ise ortak tehdit, Çin dikkate alınarak, yerini mesafeli bir işbirliğine bırakması kuvvetle muhtemel. Çünkü uluslararası ilişkilerde, güç dengesi hep kurulur. Hele ki işin içinde nükleer silahlar varsa, muhakkak kurulur.

Selametle.