Bir günün tarihçesine baktığımızda, birden çok acı-tatlı olay yaşandığı ve her olayın da bir öyküsü olduğu ortaya çıkar.
Bugün 16 Mart!
Öğretmen-öğrenci-veli herkes için anlamlı bir gün.
Osmanlı Devleti, Tanzimat reformunu yürütecek bir eğitim sistemi ister. Bunun için de çağdaş eğitim-öğretim yöntemlerini bilen, ilimleri okutacak öğretmenlere ihtiyaç vardır.
Bu öğretmenleri yetiştirmek için de 1848’de İstanbul’un Fatih’te, erkek vatandaşlar için “Dârülmuallimîn”, 1870’te de kadın vatandaşlar için “Darulmuallimat” açılır.
Böylece, medresenin hurafe, ezber ve rahlesi bırakılmış, eğitimi çağa uygun hale getirecek olan ‘öğretmen’ yetiştirmeye başlanmıştır.
Ben de 12 yaşımda böyle bir okulun öğrencisi oldum, her gün ‘öğretmen olacağım’ diye diye diye 18 yaşında öğretmen oldum.
Demek ki bugün, çağdaş öğretmen ile eğitim için önemli bir gün!
O halde bugün de konumuz EĞİTİM olsun!
40 yıl altı ay çalışıp emekli olmuş bir eğitim emekçisi olarak; Ocak ayının son haftası ile Şubat ayı boyunca, “Okullarda Neler Oluyor?” başlığı altında beş bölümlük dizi yazıda: güncel eğitim-öğretim sürecimizin ‘kuşbakışı’ bir genellemesini yapmaya çalıştım.
Yazdıklarım; yaşadığım, gördüğüm ve duyduğum olgularla, onların çağrıştırıp düşündürdükleriydi. Daha önce de okul-öğrenci-öğretmen-veli yani eğitim sürecini odak alan çokça yazılar yazmıştım, yazacağım da…
Eğitim ile ilgili yazılarımda sıklıkla, karşılaştırmalar yaparak yaşanan iniş-çıkış ve nereden nereye savruluşları anlatmak istiyorum.
Tabii ki okurlar (haklı olarak) bir eğitim emekçisinden, gelecek güvencesi çocuklarımıza dair sevinç, mutluluk ve başarı haberleri duymak isterler. Ben de bir dede-öğretmen olarak böyle olsun isterdim.
Fakat ne yazık ki öyle olmadı/olmuyor!
Çok üzgünüm.
Çünkü:
*Yurdumuzun iklimi bozulunca, eğitim de kuraklaştı!
*Neden-Niçin-Nasıl diye diye araştıran-geliştiren eğitim-öğretimde bilim ve özgünlüğü esas alan sistemin; merak-istek-çaba duyguları yok edildi.
*Bilgi ve komutların bellekte ‘olduğu gibi’ kayıt edilmesini, istendiğinde de aynı şekilde tekrarını esas alan “EZBERCİ” sisteme geçildi.
*Böylece kuruldu bağdaş kuran, rahleyi özendiren, korkuyla geleceği esir alan ‘ÇEDES’ sistemi.
*Sonra da öğretmenin yerine imam geldi! Tabii ki o da; ezberletecek, ‘cehennem korkusu’ salacak ve öbür dünya için çalışacak, onun işi bu…
*’EZBER’ tekrardır, yerinde saydırır, mantıksız düşüncesiz katkısız olarak bir papağan gibi söyletir insanı.
*İmam cemaatiyle camide, öğretmen de öğrencisiyle okulda olur ancak.
Sanki bir düğme yuvasını kaybedip yanlış bir yere iliklenmiş gibi!
Herkes yerine demenin zamanı geldi, geçiyor bile…
* * *
İşte dayatılan sistemden güncel bir görüntü:
Hani, 1 Ocak 2005’de şimdiki gibi ekonomimiz ‘dip’ yapmış ve liradan altı sıfır (000000) silinmişti ya (ki, şimdi de benzer bir durum var.)!
İşte o yıllarda kalitesiz uzak doğu ürünlerini satan ‘birmilyoncu’ denilen yerler açılmıştı. Bunlar çoğaldıkça çoğaldı ve bugünlerin de aranan işyerleri oldular.
Bunlar genellikle büyük binaların merdivenle inilen alt katında olur. Birkaç gün önce bir ‘birmilyoncu’ merdiveninden aşağı inerken, merdiven basamağına bağdaş kurarak oturmuş, sadece sırtı ve ense kökü görünen birisini gördüm. Hafifçe dokundum o irkilerek başını kaldırdı, elinde telefon vardı(sanırım oyun oynuyordu).
Serde öğretmenlik var ya, bundan aldığım güçle ona bu şekilde oturuş nedenini sordum. İskelet yapısı bozulmuş bir yaşlı gibi zorlanarak ayağa kalktı, utangaç bir duruş ve göz teması kurmadan: Yatılı Kuran kursunda beş yıl okudum. Orada saatlerce bağdaş kurup rahle üzerinde ‘Kuran’ okuyorduk. Bu yüzden böyle oturur, böyle okuruz, zaten hocalarımız da böyle ….. diyerek, duruşunun nedenini bir çırpıda anlatıverdi.
İşte böyle tanıştım o işyerinin 15-16 yaşlarındaki çocuk-genciyle.
O, çocukken bile çocukluğunu yaşamamış bir çocuktu…
* *
Evet, gördüm, duydum, üzüldüm, düşündüm ve ürktüm!
Bu yaşanmışlık; yıllardan beridir cemaat, tarikat, diyanet, bazı vakıflar MEB bilgisi ve işbirliğinde: merdiven altı kuran kursu, dershane ve resmi imam hatip okullarından başlayarak tüm okullara enjekte edilen: imam hatip eğitim sistemi anlayışının bir sonucudur.
Bu sistem, Ortaçağ’ın zor ile hurafeye dayalı eğitimine bir özentidir!
Yani bugünkü adıyla: yerli, milli, dini eğitim sistemi!
Yani, çağdaş dünyanın çoktan çöpe atmış olduğu bir eğitim anlayışı!
* * *
Sonuç olarak:
Okullar işgal altında, çocuklar yani ülkenin geleceği tehlikede!
Sadece birkaç öğretmen ve birkaç veli bu tehlikenin farkında!
Ne acıdır ki, ülkemizdeki ‘muhalefet’ de çok çıkarcı/fırsatçı!
Bu muhalefet, iktidarın ikbali için yıllardır yatırım yaptığı bu ‘kindar nesli’ sarsmak, uyandırmak, kurtarmak yerine, onlardan oy ve destek bekliyor!
Muhalefet etmeyi bilmeyen bir muhalefet! Tehlikeli gidişe ‘dur’ demek yerine: ‘dindarlar’ ürkmesin, arkaik düzenleri de bozulmasın, sadece bana/bize ‘oy’ versinler (çok beklerler!) diye suspus olmuş durumda.
İşte, bu yüzden iktidar muhalefeti rüzgâr gülüne çevirmiş…
İşte, bu yüzden muhalefet, köhne iktidara: yeter/dur diyemez olmuş!
Eğer bu sisteme hep birlikte karşı çıkmazsak, sistemin kıskacına düşmüş geleceğimizin teminatı çocuklar:
*Okuduğunu anlamaz, anlatamaz, soru soramaz!
*Güvensizdir, ‘yapamam’ der, araştırmaz, yorum yapamaz!
*PISA ile kanıtlandığı gibi fen-matematik okuryazarı olamaz!
*Buyruklara uyar, bir papağan gibi ezberlediklerini tekrarlar!
İşte bunlar da normal duyu ve yetiye sahip bireylere yakışmaz!
Ve bu nitelikteki bir nesil ne bugün ne de yarınlarda umut olamaz!
Ne zaman ki korkular satın alır geleceği (ki, almış bile)…
İşte o zamanı yaşıyoruz…
Emin Toprak – DOSTÇA
Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Ok.(1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Böl.(1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisans tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Halen emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.