Fıtrat kelime anlamı olarak yaratılış, tabiat, karakter anlamlarına gelir. İnsanın, hem ruhi hem de fiziki bakımdan yaratılıştan sahip olduğu temel özellikleri ifade eder. Çalışmakla sonradan elde edilemez ve değiştirilemez.
“İnsan;doğar can kazanır, büyür güç kazanır. Gücünü ikrarından alır. İkrar, karardır. Kararında adaletli ise erdemli olur. Adaletinde kemali bulursa kamil olur. İşte o zaman Yunus Emre’nin dediği gibi” Canlar canını bulur, ölse bile bedeni ölür. Ama o can sonsuza kadar yaşar “.”
Kamil insan, madde ile mânânın uyumlu birleşimidir. Allah (c.c) ‘ın kullarına bahşettiği fıtratı en güzel şekilde yaşayandır. Yeryüzündeki halifeliğinin bilincindedir ve ve eşref-i mahlukatlık makamına mazhar olma gayretindedir. Beşerliğini kabul eden fakat boyun eğmeyendir.
“Güzel ve asil olan her şeyin diğer adı olan islam” insanın fıtratıyla uyum içinde yaşaması için ilkeler koyar ve yol gösterir. Bu ilkeler insanın yaratılıştan gelen güzel ahlakını destekleyici ilkelerdir.
Örneğin dürüst olmak, şefkatli ve merhametli olmak, birlik ve beraberlik içinde olmak kişiyi ve toplumu huzura sevk eder. Oysa cinayet, alkol ve madde bağımlılığı, yalan söylemek gibi bir çok ahlaki zayıflık kişiye ruhen ve bedenen zarar verir ve toplum düzenine kast eder.
İnsan, beden ruh bütünlüğünden oluşmuş bir tabiata dünyaya gelir. Allah (c.c) beşeriyetimizin simgesi olan bedenimizi, toprak ve sudan sonrada nutfeden yaratmıştır. Ruhundan ruh üfleyerek değerli kılmıştır. Tabiatın hem ruh hem de bedenin ihtiyaçlarını cevaplayabilecek şekilde yaratmıştır. Bu sebeple, insanın bir yönünü yüceltip öteki yönünü görmezlikten gelmekten tabiatına kast etmektir.
İnsan, ahseni takvim üzere yaratılmıştır. Akıl, İrade, özgürlük gibi sorumluluk gerektiren meleklerle donatılmıştır. Tabiatına inanma ve hakikati arama eğilimleri kodlanmıştır. Bu sebeble insan varlığını sorgular ve anlamlandırmaya çalışır. İnanmak ve maddi manevi değerlere sahip çıkmak, kişinin Allah (c.c) ‘a ve kendisine karşı bir sorumluluğudur. Çünkü insan hayatını inancı ve değerleri üzerine temellendirebildiği ölçüde varlığının huzuruna erer.
Bu ise bir bütünlük içerir. Çünkü insan, biyolojik, psikolojik ve toplumsal yönleri olan bir varlıktır. Bir fert olmasının yansıra sosyal bir varlıktır. Beden ve ruh sağlığıyla, toplumu etkiler ve toplumdan etkilenir.
Toplumdaki varlığını temsil edebileceği bir bakış açısı kazanması ise kimlik inşası sürecinde gelişen bir durumdur. Bu süreçte fıtrata aykırı olmayan, uyumlu düşünce ve davranışlar kişinin kendisine doğru hedef ve rehber belirlemesinde yardımcı olur.
Bu durum ise tefekkür ile gerçekleşir. Hem enfüsi hem de afaki tefekkür ile. Çünkü “Tefekkür gafleti izale eder”. Farkındalıklı bir bakış ile hayatın derinliğini, hadiselerin iç yüzünü görmeyi sağlar.
Enfüsi tefekkür, insanın kendisini sorgulamasıdır. Maddi ve manevi varlığının üzerinde kafa yormasıdır. Bedenindeki sanatı incelemesidir. Ruhunu dinlemesi ve aslını araştırmasıdır.
Afaki tefekkür ise kainatın düşünülmesidir. Dış alemi, gökyüzünü, yıldızları ve ötesini… Fakat insan kendi varlığını düşünürken girdiği detaylara afaki tefekkürde girmemelidir. Çünkü kainat, insan bedeni gibi sınırlı değildir, sonsuz bir yapıya sahiptir. Bu sebeple zihinler detaylarda boğulabilir.
İnsan, bu sorgulamalarla vazife-i asliyesinin farkına varacak ve huzura erecektir. Evrenin düzenini bozmaktan ziyade, nizamına katkı sağlayacaktır. Peşinden koşturduğu maddi gerçeklere olan tamahının fıtrata verdiği zararı görecek ve aslına dönmek için çabalayacaktır.
Maddi gerçekler tahrip olup bir gün yok olurlar. Ruhları yoktur. İnsan ise bedenin içinde bir ruh taşır. Aslını anlamlı kılan, gücünü Allah (c.c) ‘ın ruhundan alan bir ruh.
Kendini masivanın debdebesine kaptıran, bedenini ve beşeriyetini yüceltip ruhunu görmezlikten gelen insan yok olmaya mahkumdur.
Allah(c.c) ‘ın yarattığı fıtrat yasasından gafil yaşayışımızın doğurduğu sorunlar, insanı ve evreni kuşatmış durumda. Arzu ve hevalarına yenik düşen insan bedenine ve ruhuna zarar vermekte. Evrende küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi, çevre, su ve toprak kirliliği, iklim değişiklikleri gibi sorunlara sebep olmakta.
Tüm bu durumlar göstermekte ki;insan haddini aştı. Allah (c.c) ‘ın koyduğu yasaları çiğnemenin hayatlarımıza olumsuz şekilde sirayet etmesiyle evrene ve aslına meydan okumanın doğru olmadığını gördü, görmeye devam ediyor…
Yasa dediğimizde aklımıza fizik yasalarının yansıra biyolojik ve toplumsal yasalarda gelmeli. Biyolojik ve toplumsal yasalar, insanların birbirlerinin hak ve hukuklarına önem vermelerini ve zarar verici davranışlardan kaçınmalarını gerektirir. Çevresiyle uyum içinde yaşamasını sağlar.
Açlık, yoksulluk, cinayetler, savaşlar, sömürgecilik…
İnsanın sebep olduğu bu durumlar, hakikate kör yaşamlarımızdaki aykırı davranışlarımızdır. Tüm insanlık itham altındadır. Sebep olanlar ve sebep olanlara sessiz kalanlar olarak.
Dünya-insan ilişkisini, gemi-su ilişkisiyle dile getiren Hz. Mevlana söyle der :”Suyun gemi içinde olması geminin helakidir. Gemi altındaki su ise gemiye, onun hedefe gitmesine yardımcıdır yardımcıdır.” (Mesnevi, 985.beyit)
Dünya hayatı geçicidir. Ahiret yurdunda ki kurtuluşumuz ise tıpkı hedefine ulaşmak isteyen geminin yolunun denizden geçmesi gibi bizim de dünyadan geçer. Geminin hareketi için suyun varlığı nasıl gerekli ise, insan için de dünyevi imkan ve ihtiyaçlarda o derece gereklidir.
Ancak, bu yolculukta gemini altında olması gereken su içine dolarsa gemi batar. Aynı şekilde dünya denizinin suyundan insanın içine sızma olursa insan helak olur.
Bu sebeple insan madde ile mânânın dengesini kurabilmeli. Ruhuna sızan ve helakine sebep olacak durumlardan sakınabilmeli.
Anlamalı ki ancak fıtratını yaşayabildiği takdirde “Emrolunduğu gibi dosdoğru olabilecektir” (Hud 112/123)
O halde, dosdoğru olmak ve dosdoğru kalmak için insan; aslına dön!
Sabır, canın tesbihidir.