"Enter"a basıp içeriğe geçin

“El Emeği Pamuk ile Robot Zeki’nin Macerası”

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde cep telefonları, küçük birer bilgisayar iken tek dokunmayla ya da tıklamayla ulaşılan, yepyeni bir dünya varmış.

Robotlar konuşur, lak lak eder, sonra da vak vak, bazen de vah vah edermiş. Uzay gemileri uçarken, bilgisayar oyunları, çocukları büyülermiş. Kodlar yazarak, hayaller gerçeğe dönüşür, bu hızlı dünyada, kimler ne kadar sanal macera yaşar? Kimse bilmezmiş. Ekranları parlayan tabletler, telefonlar ve envai çeşit ekranlar varmış. İnsanları hedefsizliğe, boşluğa, zaman öldürmeye çağıran ve kendisine bağlayan binlerce makine insanları öylece yönlendirirmiş. Ama ne yönlendirme…ne yönlendirme!

İşte böyle bir zamanda, tozlu bir oyuncak kutusunda yıllardır öylece bekleyen ve çoktan unutulmuş oyuncakların arasında yaşayan sevimli bir oyuncak ayı vardı. Adı Pamuk’tu. Pamuk, bir zamanlar küçük bir kız çocuğunun en yakın arkadaşıymış. Ancak zamanla yeni oyuncaklar ortaya çıkmış ve Pamuk, unutulmuş köşesinde yalnız kalmıştı. Pamuk’u bir babaanne kendi elleriyle örmüş ve giydirmiş.

İşte bu babaannenin evine bir gün, yeni bir misafir geldi. Parlak ekranlı, şık bir robot. Adı ise Zeki’ydi. Zeki, en son teknolojiyle donatılmış, her türlü soruyu cevaplayabilen ve her türlü oyunu oynayabilen akıllı bir robottu. Pamuk, Zeki’yi merakla süzüyordu.

“Sen kimsin?” diye sordu Pamuk hayretle.

“Ben Zeki, yeni nesil bir robotum. Her şeyi bilirim ve her şeyi yapabilirim,” diye yanıtladı Zeki gururla.

Pamuk gülümsedi.

“Ben de Pamuk, bir oyuncak ayıyım. Çok eski sayılırım. Senin kadar iddialı konuşan bir arkadaşım olmadı hiç!”

Zeki, Pamuk’a şaşkınlıkla baktı. “Oyuncak mısın? Senin gibi oyuncakların artık modası geçmiş değil mi?”

Pamuk, başını salladı. “Belki de öyledir. Ama ben, bir zamanlar bir çocuğun kalbini ısıtmıştım. Onun en yakın arkadaşıydım. Ayrıca beni kendi elleriyle örüp, giydiren bir babaannenin de çocukluk hayallerini süslemiştim.

Zeki, Pamuk’un sözlerini düşündü. O ana kadar sadece kendi yetenekleriyle övünmüştü. Ama Pamuk’un sözleri, ona yeni bir bakış açısı kazandırmıştı.

“Belki de sen de çok özel bir oyuncaksın,” dedi Zeki. “Senin gibi eski oyuncakların, yeni teknolojilere öğretebileceği çok şey var anlaşılan.”

O günden sonra, Pamuk ve Zeki, evin bir köşesinde birlikte vakit geçirmeye başladılar. Pamuk, Zeki’ye eski oyunları öğretti. Zeki ise Pamuk’a yeni teknolojileri gösterdi. İkisi de birbirinden çok şey öğrendi.

Bir gün, Zeki, Pamuk’a sordu:

“Pamuk, insanlar neden yeni şeylere bu kadar çabuk alışıyorlar? Eski şeyleri neden unutuyorlar?”

Pamuk, derin bir nefes aldı. “Belki de insanlar, yeni şeylerde heyecan aramak istiyorlardır. Ama unutmamalılar ki, eski şeylerin de bir değeri vardır. Tıpkı benim gibi…” Ayrıca bir gün sen de eski bir oyuncak olabilirsin. “Gülme komşuna gelir başına!” dedi.

Zeki, Pamuk’un sözlerini bir kez daha düşündü. Sonra başını salladı. “Haklısın Pamuk. Eski ve yeni, birbirini tamamlayan şeyler. Yani çok da havaya girmemek lazım, övünmemek lazım!

Peki, sizce?

 Yani “Ey okuyucular!” Size sesleniyorum. Eski oyuncaklar ve yeni teknolojiler arasında nasıl bir bağ olabilir? Hangi eski oyunları yeni teknolojilerle birleştirerek daha eğlenceli oyunlar oluşturabiliriz?

“Ah o eski oyunlar ve oyuncaklar nerede?” diye sürekli yakınmaktansa bir şeyler yapmanın zamanı gelmedi mi sizce de?

Seni tanıdığım çok iyi oldu dedi Zeki. Benim için bambaşka bir macera başladı ve bunu sen sağladın Pamuk.

Zeki, Pamuk’un hikayelerini dinlerken eski oyuncakların ne kadar değerli olduğunu anladı. Yani “yedi kulenin, misketin, yerden yükseğin, çelik çomağın ve daha yüzlercesinin” ne kadar da eğlenceli, eğitici ve öğretici olduğunu anladım.

Pamuk da Zeki sayesinde yeni teknolojilerin ne kadar değerli ve işi kolaylaştırdığını keşfetti. Beraberce, eski oyunları ve oyuncakları yeni bir değerlendirmeyle gözden geçirerek bir oyun tasarlamaya karar verdiler.

“Ne dersin Pamuk, “saklambaç”ı sanal gerçeklikle birleştirirsek?” diye sordu Zeki heyecanla.

Harika bir fikir!

Ama sadece saklanmak olmaz, bulmak için de ipuçları vermeliyiz. Böylece, Zeki ile Pamuk’un “Sanal Saklambaç” isimli oyunu ortaya çıktı. Çocuklar, sanal bir evde saklanan Pamuk’u bulmak için Zeki’nin verdiği ipuçlarını takip ediyorlardı. Bu sırada, Pamuk da çocuklara eski zamanların oyunlarını anlatıyor, onlara samimiyeti, paylaşmayı, vermeyi, karşılıksız sevmeyi, merhameti, el emeğini anlatarak yeni bir dünyanın varlığını gösteriyordu.

Oyunun başarısıyla yetinmeyen ikili, bir adım daha ileri gitmeye karar verdi. Zeki, Pamuk’u kamerasıyla tarayarak onun dijital bir kopyasını oluşturdu. Artık Pamuk, sadece oyuncak sandığında değil, tüm dünyadaki çocuklarla sohbet edebiliyordu. Çocuklar, Pamuk’a sorular soruyor, ondan hikayeler dinliyor ve onunla oyunlar oynuyorlardı.

Pamuk’un hikayesi, bir kitap ve bir animasyon film olarak da yayınlandı. Böylece, daha fazla çocuğa eski oyuncakların önemi anlatılmış oldu.

Pamuk ve Zeki, eski ve yeniyi bir araya getirerek hem kendileri hem de diğerleri için unutulmaz anılar yaşamışlardı. Artık biliyorlardı ki, eski ve yeni birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan parçalardı. Biri diğerini küçümsemeyecek diğeri de yeni olanı dışlamayacaktı.

Pamuğun yumuşaklığı ile muamele etmeli, zekamızın imkanlarını en güzel şekilde kullanmaya gayret edelim vesselam!