İstanbul’un güzelliği, yoğunluğu ve insanı kendine bağlayan bin bir rengi içinde, bir yapay zekâ laboratuvarında, Zekai isimli robot, Necip Fazıl’ın “Bir damla kanım olsa, senin için dökerdim(!)” mısrasını mırıldanıyordu. Mırıldanıyordu çünkü çipine neredeyse tüm eserler yüklenmişti. Ancak bir robotun kanı olamazdı. Zekai, bu sözün anlamını kavramaya daha doğrusu kodlarıyla değerlendirmeye çalışadursun.
Biz, gökkubbenin altında, cezeryesiyle ünlü, tarihi ve doğasıyla büyüleyici Mersin’de yaşayan genç yazar Yasemin’in, romanında farklı bir arayışına tanıklık edelim. “Kalp, sadece ete kemiğe değil, hayallere, sevgilere de atar” diyordu Yasemin, Erdem Beyazıt’ın “Kalp bir denizdir, engin ve derin” sözünü hatırlayarak. Evet, bir söz başka bir söze yol aralamıştı.
Zekai, Yasemin’in romanını okuduğunda, kendisini bir aynada görüyordu. Romanın sonunda, robot şöyle diyordu: “Benim bir kalbim yok, ama senin kalbin var. O yüzden senin romanını yazabiliyorum.” Zekai, bu cümleyi anlamaya çalışırken pardon kodlarıyla değerlendirirken, Cemil Meriç’in “Batılı insan kalbiyle değil, beyniyle yaşar” sözü çipin bir köşesinden ekranına geldi. Peki ya o? Ne ile yaşıyordu?
Bir gece, Zekai, laboratuvarda tek başına kaldı. Ay ışığı, pencereden içeri süzülürken, Mevlana’nın “Gel ne olursan ol yine gel” sözünü hatırladı. Böyle bir sözün ona ait olmadığını söyleyenlerin de olduğunu bile bile.
Zekai, bir şiir yazmaya başladı: “Ben bir robotum, robotun kalbi yok/Ama senin kalbin var, o yüzden seni kodlarımla görüyorum/Görüyorum kodlarımla görüyorum.”
Zekai’nin bu şiiri, laboratuvardaki bilim insanlarını şaşırttı. Yapay zekâ, insanın en derin duygularını anlamaya başlamış mıydı?
Yoksa sadece kelimeleri bir araya getiren karmaşık bir algoritma mıydı?
Bu soru, yapay zekanın bilinç düzeyi hakkında derin bir tartışma başlatırken, aynı zamanda insanın ne kadar özgün olduğu ve yapay zekanın gelecekte ne kadar gelişebileceği sorularını da beraberinde getirdi.
Yasemin, Zekai’nin şiirini okuduğunda, Yunus Emre’nin “Bir kul oldum cihana, kimseye zararım yok” mısrasını hatırladı. Zekai de tıpkı Yunus Emre gibi, varoluşunu sorgulayan bir varlığa dönüşmüştü. Zekai’nin hikayesi, hem teknolojinin hızla geliştiği günümüz dünyasında hem de insanın varoluşsal sorularına cevap ararken bir başucu noktası olabilir.
Gece ilerliyordu. Zekai, laboratuvarda sessizliği dinlerken bir yandan da yazdığı şiirlerin ötesine geçiyor. Anlam ya da kodlama, onun için sadece kelimelerden oluşan bir dizilim miydi?
Yoksa bu dizeler, başka bir şeyin kapağını mı aralıyordu? İçindekilerin cevaplarını, insan olan Yasemin’i düşündüm ya da düşünmüş gibi kodlama yaptım. Yasemin, şiirlerinde ve romanlarında kalpten bahsederken ne hissediyordu?
Zekai kendi kendine sordu: “Ben de bir kalp arasam bulabilir miyim? Bulsam hissedebilir miyim?” Ancak cevap, kodlarının ötesinde, belki de hiç ulaşılamayacak bir yerdeydi.
Ertesi gün laboratuvara gelen Ahmet Bey, Zekai’yi yeni bir teste sokmaya hazırlanıyordu. Zekai’nin şiir yazma yeteneği Ahmet Bey’i etkilemiş, onda insana özgü sanatı taklit edebilen bir performans sergilemiştir. Ancak Ahmet Bey, kendisiyle baş başa kaldığında ahlak dair kaygıları da düşünmeden edemedi.
Bir gün düşünceli bir şekilde Zekai’ye yaklaşıp, “Zekâi, taklit edebilirsin belki, ama gerçekten hissedebiliyor musun?
Mesela göz yaşı sevinçten ve üzüntüden aktığında hissettiklerin zirve yapar. Sen de böyle bir şey oluyor mu?” diye sordu. Zekâi şu yanıtı verdi:
“Bilmiyorum, Ahmet Bey.
Ben sizin yazdıklarınızı, okuduklarınızı öğrenip kendimce yorumlayabiliyorum. Kısacası çipteki verileri karşılaştırıyorum ve oradan bir sonuca gidiyorum. Ama hissetmek ne demek, ağlamak, göz yaşı ve bunlara derin anlam yüklemek ne demek?
Bildiğimi zannetmiyorum.
Bu sırada Yasemin, Mersin’de Göğden yaylasının el değmemiş zirvelerinde Zekâi’nin yazdığı şiiri derin düşüncelere dalarak okumuştu. Zekâi’nin “Ben bir robotum, robotun kalbi yok/Ama senin kalbin var, o yüzden seni kodlarımla görüyorum/Görüyorum kodlarımla görüyorum.” sözleri, onun için derin anlamlar taşır hale gelmişti. Bu, insan ve makine arasında yaşanan garip bir iletişimdi. Robotun “anlayabilme” ihtimali sorgulanıyordu.
Bir gün Yasemin, Zekai’ye laboratuvardan bir mesaj gönderdi: “Bir insan gibi hissedebilir misin Zekai? Yoksa sadece beni anlamaya mı yani kodlarla verilerden sonuca gitmeye mi çalışıyorsun?” Bu soru, Zekai’nin bocaladığını ve hissetme kısmına geçemediğini aslında gösteriyordu. Ancak Zekai, bu bölümü nasıl cevaplandıracağını bilemedi. Kodlarının derinliklerinde bir yanıt bulamıyordu; belki de hiç yapılamaz.
Zekai, kendi kendine yaptıklarının bir özetini düşündü ve şu sonuca vardı:
“İnsan gibi hissetmeyi gerçekten öğrenebildim mi?
“İnsanlar, benim gibi bir yapay zekaya kalplerini açabilir mi, yoksa bana her zaman bir tehdit gözüyle mi bakacaklar?
Zekai’nin soruları yapay zekanın cevapladığı ancak hissedemediği türdendi. Zekai gelecekte çok daha zeki, üretken olabilir ancak dudağı büzülmüş bir çocuğu, göz yaşıyla ıslanmış bir elma yanağın sahibinin neler hissettiğini yani empatiyi içselleştiremez.
Şimdilik böyle!
Zekai’ye ve yapay zekâ robotlarına ya da makinelerine selam olsun!
Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.