Bir çiçeğin açması belirli, uzun, meşakkatli bir zaman diliminin sonunda gerçekleşir. Yani çiçek öyle hızlı çekim video görüntülerinde olduğu gibi birdenbire açmaz ki videoda bile bir zaman çizelgesi vardır.
Öğrenciler de tıpkı bir çiçek gibi uzun bir zaman diliminin sonunda açarlar. Bazıları üç beş ayda bazıları üç beş yılda açarken bazıları da çok uzun bir sürenin sonunda açabilir. İşte bu potansiyeli ortaya çıkarmak için doğru zamanı ve koşulları bekler öğretmen. Beklemeyen veli ve öğretmen de o öğrencinin hayatını ıskalar. Öğrenciyi etiketler ve o etiketin sonuçlarını öğrenci bir ömür yaşar.
Yeni dikilen bir fidanı kökünden sökmek gibidir bu iş. Bizler öğretmenler olarak, bu koşulları sağlamak ve her öğrencinin içindeki, özündeki ışığı, potansiyeli, yeteneği olabildiğince yüksek isabetle keşif derdinde olmalıyız.
Öncelikle, her çiçeğin pardon her öğrencinin güçlü yönlerini anlamak için onların kişiliklerine, davranışlarına, dersteki durumlarına, sorumluluk almalarına ya da geri planı tercih etmelerine dikkat etmeliyiz. Duygusal zekâ, sosyal beceriler veya analitik düşünme gibi özellikler, her öğrencinin farklı bir rengi temsil etmesi gibidir.
Bir öğrencinin keşfi; onun derse olan ilgisini, doğal meraklarını anlamak ve bu merakları beslemekle kolaylaşacaktır. Küçük dokunuşlar, özellikle teneffüslerde yapılan kısa gözlemler size çok isabetli ipuçları verecektir. İletişim kurmakta zorlananlar, arkadaşının arkasına gizlenenler, en önde gelenler. Ödevi yapmadığını sağlam nedenlerle samimi olarak ifade edenler ve tutarsız bahanelere sığınanlar, elindeki bir yiyeceği kolayca paylaşanlar, paylaşırken derisinden bir parça koparılmış gibi ortalığı ayağa kaldıranlar…
Bu örnekler, keşif için çok sağlam örneklerdir. Ancak bu örnekleri bulmak, gözlemlemek, not almak, o gözle etrafı, teneffüslerde ne olup bittiğini izlemek öğretmenin yapması gereken önemli işlerden biridir. Bu zorunluluk gerektiren bir durum değildir. Bakmak, görmek ve eyleme geçmekle ilgili bir durumdur bu.
Misketten matematiğe; futboldan edebiyata, akşam yemeğinden yöresel lezzetlere edilen muhabbetlerle öğrencinin keşfi sağlanabilir. Bunlar santim santim işlenen bir oya gibi, iğneyle kazılan kuyu; kelimelerle örülen kalın kitaplar gibi işçilik ve emek ister. Bu emek sonucunda öğrencinin hayatını büyük ölçüde değiştirecek sağlıklı, faydalı kararlar çıkacaktır.
Biri gevezeliğiyle diğeri olabildiğince sessiz kalarak ve ayrıntılı gözlem yaparak; biri düzenli yazmakla diğeri zıplayıp hoplayıp oynamakla kendisini ifade eder. Hiç konuşmamak da bir ifade şeklidir aslında görebilene, hissedebilene. Bu davranışlarla her biri sınıf için kıymetli katkılar sunar.
Ortamın kendisi öğretir bazen hayatı. Sınıf ortamı da böyledir. Kazanmayı, kaybetmeyi, umudu, karamsarlığı, parlamayı, sorumluluğu ve çok daha fazlasını öğretir. O yüzden her şey akademik başarı değildir. Bakış açısı ve görme açısı geniş olan bir öğretmen akademik başarıyı önemsediği kadar duygusal ve sosyal gelişimi de en az bir o kadar dikkate alır, almalıdır.
Veli toplantılarında öğrenciye dair olumlu geri bildirimler vermek, velilerin de okula ve öğrenciye olan inancını kuvvetlendirir.
Hiç mi olumsuzluk konuşulmasın?
Kesinlikle bu anlamda bir ifade kullanamayız ancak olumsuzlukları da ifade ederken kırıp dökmeden söylemeliyiz.
Hani var ya padişah ile rüya tabircisinin hikayesi…
Padişahın biri, rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür. Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tâbircilerini huzuruna çağırtır.
Rüyâsını anlattıktan sonra tâbircibaşına:
“‒Hele bir söyle, bu rüyâ hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” diye sorar. Tâbircibaşı hiç düşünmeden:
“‒Maalesef şerdir pâdişâhım!” der ve sözlerine şöyle devam eder:
“–Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.”
Tâbircibaşının bu yorumu, pâdişâhın gönlünde âdeta soğuk rüzgârlar estirir. Bir anlık sessizliğin ardından pâdişah hiddetle kükrer:
“‒Tez atın şunu zindana, felâket tellâlı olmak neymiş öğrensin!”
Muhâfızlar, tâbircibaşıyı yaka-paça götürüp zindana atarlar.
Pâdişah, bu kez huzûrundaki diğer bir tâbirciye dönerek:
“‒Sen söyle bakalım, rüyâmın tâbiri nedir, hayır mıdır, şer midir?” der.
Rüya hayır mıdır şer midir?
Tâbirci sükûnet içinde bir müddet düşünür, sonra birden yüzü aydınlanır ve tane tane konuşmaya başlar:
“‒Hayırdır pâdişâhım, hayırdır!” der. “Bu rüyâ, bütün yakınlarınızdan uzun yaşayacağınızı ve daha nice seneler ülkenizi huzur ve saâdetle idâre edeceğinizi gösterir.”
Bu habere çok sevinen Pâdişah, tabirciye iki kese altın ihsân eder.
Olup biteni başından beri izleyenler ise, şaşkınlıkla tâbirciye şu suâli sorarlar:
“‒Aslında sen de tâbircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Pâdişah neden onu cezâlandırdı da seni mükâfatlandırdı?”
Tâbirci tebessüm eder ve şöyle der:
“‒Elbette aynı şeyi söyledik; fakat öyle zaman olur ki, ne söylediğinden ziyâde nasıl söylediğin ve kime söylediğin daha mühimdir.”
İşte, ifâdedeki üslûp farkı dolayısıyla aynı mânâyı ifâde eden sözlerin, muhâtapta meydana getireceği müsbet ve menfî neticeleri gösteren, ibretlik bir kıssa. Bu kıssadan alınması gereken hisse ise; hakkı söylerken, sözü, muhâtabın hissiyâtını dikkate alarak, ince düşünüş, firâset, nezâket ve zarâfetle söylemenin ne derece ehemmiyetli olduğudur.
İşte biz de öğretmenler olarak eksik, yanlış ve olumsuz durumları aktarırken hikayedeki ana fikri dikkate almalıyız.
Unutmayalım ki her öğrencinin içinde bir yıldız yatıyor. İyi bir muhakeme ile bunları müspet yöne çevirmeliyiz. Çocuk sevkitabi ile sizinle konuşabilmeli ki ayrıntılar gün yüzüne çıksın ve ona göre çözümler üretebilelim.
Bizim görevimiz, “iyi yönleri” parlatacak yolları bulmaya çalışmak ve onları bu doğrultuda yönlendirmek olacaktır. İşte o zaman çocukların sadece eğitim hayatlarını değil, tüm yaşamlarını olumlu yönde etkilemiş olacağız.
Kompozisyon yeteneğini, işlemsiz soru çözme maharetini, çok hızlı koştuğunu, yemek konusundaki uzmanlığını, futbola olan ilgisini, arabaların her birinin adını ve her türlü ayrıntısını sayabilenleri, hayvanlar alemini inceleyenleri, tuşları tanımadan yazılımdan bahsedenleri, şair ruhlu olanları, dil kabiliyeti parlak olanları, iletişim yönünden coşanları ve coşturanları, origami ustalarını, sesiyle dinletenleri, sözlük ustaları, ticari zeka ile çikolata pazarlayanları, giyimiyle dikkat çekenleri, hikaye anlatıcılarını ve pek daha fazlasını fark edip yönlendirme yapmalıyız.
Bütün mesele bütün bunları “fark etme” aşamasında gizli. Niyet, hedef, gözlem, muhabbet eşittir keşif ve devamında yönlendirme işi.
“Size güveniyorum, bu kelimeleri sözlükten bulabilirsiniz.”
“Çocuklar yarın ne giysek bir fikir verseniz nasıl olur? “
“Çocuk elindeki altı şişe suyu satarak ticarete başlamış.”
“Puan durumu şu an nasıl, Beşiktaş kaçıncı?” gibi soruları sorun ve ne olup bittiğini dikkatle izleyin. İpuçları dökülmeye başlayacaktır. Siz de dökülen uçları toplamaya hazır olun. Hazır olun ki yeri ve zamanı geldiğinde kullanabilesiniz.
Bu basit gibi görünen sorular, öğrencilerin kendisini ifade etmesine olanak tanır ve sınıf içinde bir muhabbet ortamı oluşturur.
Sonra alın elinize kutuyu ve tüm muhabbet kelimelerini doldurun.
Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.