Küçük adımlarla başlayan boykot ilk defa bu kadar büyüdü ve devam ediyor.
- Biz, boykot falan yapamayız.
- Bir hafta sürer en fazla.
- Hemen unuturuz.
- Elin adamı bir indirim yapar sonra görürsünüz boykotun halini.
- İndirimi gören hemen unutur.
- Yani sürse sürse bir hafta on gün, hadi bir ay sürsün.
- Balık hafızamız var bizim. Çabuk unuturuz.
- Bu güne kadar hangi boykotu sürdürebildik ki bunu sürdürelim.
Boykotla ilgili bu cümleleri ve daha fazlasını hep duyduk. Bunun için bile duyarsızlaştırıldık yani. Umarım bu farklı olur. Birileri tarafından komik bulunmaz kanaatindeyim. Bugüne kadar hiç kimsenin –küçük azınlıklar her zaman olabilir- boykotu devam ettirdiğine şahit olamadık.
Evet, hiç bu kadar etkili olmamıştı yaptığımız boykotlar; ancak bu kez bir tık daha ötesine gittik sanki. Daha büyük kitlelere yayıldığını ve kitlelerce sahiplenildiğini görüyoruz.
Yeterli mi?
Elbette ki, hayır.
Tam etkili olacağı döneme girerken yine unutmaya başladık. Alışkanlıklardan öyle hemen vazgeçemeyen çok insanımız var. Bilinçli olan var, olmayan var. Kasıtlı olarak ya da bilmeyerek katılmayan destek olmayan da çoktur.
Boykot, bir yaşam tarzına dönüşmezse hiçbir tesiri olmaz. Havanda su dövmeye devam ederiz. Yaşam tarzını oluşturmak da öyle kolay iş değil.
Haftanın beş günü hamburgerle ve kolayla beslenen, kahveyle keyiflenen gençlik hemen vazgeçemez. Boykotun ne kadar büyük bir silah olduğunu anladığımız gün birçok şeyi değiştirebiliriz.
- “Ondan ne olur, bundan ne olur?”
- “Benim ki bir kola, seninki bir deterjan, onunki bir bardak kahve.”
- “Ne olacak ki bunlarla?” dedikçe elbette ki bir şey olmaz.
Bilinçaltımıza öyle bir yerleşmiş ki bu firmalar, logolar, reklamlar…
At atabilirsen!
Kendi yerel firmalarımızı –yanı başımızdaki kendi ürünlerimizi- bilmiyoruz ki. Hayatımızın her alanında meşhur(!) markalarla karşılaştığımız için diğerlerine bakma fırsatı bulamamışız.
- “Marketlerde yerli ürünlerimiz niçin yok denecek kadar az?”
Bu boykotla gördük ki ülkemizde birçok ürün var ve üretiliyor. Her ne hikmetse bu yerli ürünlerimiz kendi mağazalarımızda, bakkal ve marketlerimizde hele de üç harfli, beş harfli olanların ve onlara benzeyen diğer zincir marketlerin birçoğunda neredeyse hiç yok.
“Neden, niçin yok?”
Anlamak zor. En azından bu günden sonra yerli ürünlerimize bu marketlerde daha çok yer verilir-pozitif ayrımcılık da yapılarak- kanaatindeyiz.
Kıyafet, temizlik, araba, finansal sistem, elektronik sistem, özellikle gıda alanında her türlü üretimimiz var. Zayıf alanlarımızı da bu vesileyle görmüş olduk. Her türlü ürünün muadilini üretebilecek kapasitemiz ve imkânımız da var.
Yerli ürünlerin desteklenmesi, aynı zamanda onların daha da gelişmesi demek olacaktır.
- “Dışarıdan hiç mi ürün almayacağız?”
Elbette ki her ülke ve insan topluluğu gibi biz de alacağız. Ancak tartarak, biçerek, faydasını zararını ince eleyip sık dokuyarak alacağız.
Ancak şu ana kadar olduğu gibi iğneden ipliğe her türlü ürünü de kuyumuzu kazan bu boykotu yapılan firmalardan almayacağız.
Boykot, sadece boykot değildir çok daha ötesi ve hesabın çetin olacağı bir noktadır. Körü körüne boykottan, günü birlik, haftalık boykotlardan bahsetmiyorum. Sağlam iradeyle, yaşam tarzı haline gelecek; kendi değerlerimizi, insani değerleri el üstünde tutacak bir boykottan bahsediyorum.
Sağlam olmalı, ayakları yere basmalı, göstermelik, geçici bir heves olmamalı.
“Allah! Allah! Allah!” diyerek yeri göğü inlettiğimiz bir ses tonuyla başlayıp “Allah Allaaaah, Allah Allaaaaah” tonuyla devam eden bir boykot çok da sağlıklı olmayacaktır.
Bu bahsedilen tonla başlayıp bahsedilen tonla biten boykotlar anlaşılmıştır ki işe yaramıyor. Günü, haftayı kurtaran değil bir ömrü kurtaran öbür âlemdeki hayata olumlu katkısıyla dokunan bir boykot anlayışı olmalı. Yoksa kendimizi ve bizden sonraki nesilleri uyutmaya, üzmeye devam etmiş oluruz.
Boykot, bir yaşam felsefesi, hayatı yorumlama ve ona göre yaşama şekli olmalı.
Kısacası boykot sözden öteye, öze varmalı.
Satırlarda ve sadece ekranlarda değil; sadırlarda ve yaşam alanında olmalı.
İşte o zaman “dişe dokunur” işler yapmış oluruz yoksa “Koca öküz otluk yığının devrildiği gün doyar.” sözünün anlamının gerçekleşeceği günü bekler de bekleriz.
Yazmayı seven biri. Okumak yazmayı; yazmak okumayı geliştirir. Yazdıkça ve okudukça dünyanın daha da iyi olacağına inanan birisi. Ayrıntıların önemli olduğunu fark etmeye gayret eden birisi. Güller diyarının bir kazasında dünyaya gelen yazarımız evli ve iki çocuk babasıdır. Öğretmenlik hayatına devam etmektedir. Eğitime, teknoljiye, kitaba, okumaya, okutmaya ve hayata dair yazılar kaleme alma gayretindedir.