“Canlılar, görev yapar yorulur ve dinlenirler, insan da bir canlıdır…”
Bu üç noktalı önerme bir mantık sorusudur, bunu, düşünme ve konuşma becerisi olan hemen herkes: “… o halde insanlar da dinlenir.” diye cevaplar.
Sözü uzatmaya gerek yok.
Birkaç gün önce ve hepimizin tanıklığında, ülkemizin en önemli konusu: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tatile çıkması olmuştu.
Pusu kurmuş olan havuz medyası hemen bunu manşet yapınca konu günlerce yazıldı çizildi, tartışıldı.
Tabii ki böyle yapacaklardı, çünkü onlar, tükenmekte olan bir iktidar için can suyu olacak algılar hazırlamakla görevliydi.
İlginç olan, Ekrem İmamoğlu’nun partisi CHP’den de pek çok kişinin bu koroya katılmış olmasıydı.
Kuşkusuz bu konuda kahve falına bakar gibi çeşitli olasılıkları sıralayıp pek çok neden ve çelişki sayılabilir.
Fakat ben, tarihe ve oradaki yaşanmışlıklara aşağıdaki anlayışa göre bakmak taraflısıyım:
Felsefe ile mantık insanların, ‘nedensellik’ ve ‘çıkarım’ ilkelerine uyarak düşünüp bir sonuca vardıklarını söylerler.
Nedensellik, olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her sonucun bir nedeni olması ya da her sonucun bir nedene bağlanarak açıklanabilir olmasıdır.
Çıkarım da bu süreçte kendine özgü bazı yargı ve sonuçlara varmaktır.
Demek ki vardığımız her yargı ve sonuç, yetiştiğimiz toplumsal iklimin nedensellikleriyle bezelidir.
Bu anlayışla ben, komşu coğrafyalarda olup aralarında çokça al-ver ve de kavgaları olan: Antik Yunan, Anadolu ile Ortadoğu halklarının demokrasi ve yönetim anlayışlarını biraz hatırlatmak isterim.
Antik Yunan halkları 150 yıllık bir süre içinde: Krallık, Soyluluk, Tiranlık, Demokrasi denemelerinde bulunmuşlardır. Fakat, Anadolu ve Ortadoğu halkları, 5000 (beş bin) yıldır ‘bir bilen’lerin monarşisi ile yetinmiştir.
Hani “devlet aklı değişmez” derler ya, haklılar.
Çünkü devlet kurulduğu günden beridir aklını, bir azınlığa hizmet, büyük çoğunluğa hükmetmek için kullanmaktadır. İşte bu anlayış sonucu, ‘bir bilen’ düzenleri kurulur ve çoğunluklar önemsizleşir.
Tarih der ki, eğer bir yerde bir bilen dönemi başlamışsa, orada korku iklimi yaratacak militarist güçlerle ölüm araçlarına, yani çatışma ve savaşlara ihtiyaç vardır.
Bu sayede insanların inançları, sosyal ve siyasal yaşamı kontrol altına alınır. Ve o zaman da insanlığın düşe-kalka, deneye-sınaya öğrendiği yaşamı kolaylaştıran barışçı değerler önemsizleşir.
İşte o zaman egolara coşku verecek, korku salacak, öldürüp yok edecek şiddet araçları çoğalır ve savaşlar çıkar.
Savaşların coşku aracı olduğu, barışın unutulduğu günler yaşıyoruz. Bunun nedeni de çok açık: düzenlerini sürdürmek için halkı korkularla sindirip, susturmak istiyorlar.
Ülke halkı, hak gasplarını, işsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu, iflasları görüp yaşıyorken, iç-dış borçlar artmış hazine bomboşken, iktidardan çözüm olabilecek hiçbir çaba görünmüyor.
Tek adamın isteği, şiddet ve korkunun yarattığı algılarla halk desteği kalmamış olan iktidarını korumak.
Bunun için buluştuğu kişilerle ve kurulan masalarda pazarlık yaparak, bedelini torunlarımızın ödeyeceği borçlarla, ölüm aracı mermi, bomba, top, İHA, SİHA, F16 vb. istemektedir.
Bu hayatta gerçekler pahalı, hayatlar ucuzdur!
Her ülkenin coğrafyası, ekonomisi, kültürü kendisine özgü bazı farklıklar göstermektedir. Bunları esas almayan değerlendirme ve kıyaslamalar çok önemli yanılgılara neden olabilir.
Fakat ‘demokrasi’ söz konusu olunca iş değişir. Çünkü demokrasi ve özgürlükler her insan için ve eşit olması gereken haklardır. Kısacası: demokrasinin azı çoğu olmaz!
Evet akıl-mantık böyle söylüyorsa da yaşanan gerçeklik çok çok farklıdır. Herkes için eşit olması gereken bu haklar, kimilerine dirhem verilmezken kimilerine kepçelerle, kazanlarla verilmektedir.
Bu zıtlık ve tuhaflıkların asıl nedeni ise o toplumlardaki egemen devlet gücünün yönetim anlayışından kaynaklıdır.
Demokrasi, toplumdaki büyük çoğunluğun yani orta sınıfın özlem ve istekleridir. Demokrasiler ortaklaşa akılla yol alındıkları için ‘bir bilen’lere gerek duymazlar.
Bunun için çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen tekçi anlayış sahipleri demokrasiyi hiç sevmez ve istemezler.
Eğer insanlığın ortaklaşa oluşturduğu erdem, ilke ve değerlerin en çok hangi ülkelerde uygulandığı sorulsa, hemen herkesin aklına İskandinav ülkeleri gelirdi.
Çünkü bu ülkeler günümüzün savaşçı dünyasında, en çok barış ve demokrasi isteyen bu anlayışı içselleştiren ve uygulayanlar olarak kabul edilirler.
Fakat ne yazık ki emperyalist güçlerin dünyaya saldığı korku iklimi, bu demokratik ülkeleri bile bir savaş örgütü olan NATO’nun şemsiyesi altına almak üzere…
***
Hemen herkesin bilip itirazsız kabul ettiği bir söz vardır:
‘Barış yaşatır, savaş ise öldürür!’
Yaşamak ya da ölmek!
Ölümü kim ister ki?
Tabii ki herkes barış içinde bir yaşam ister!
Fakat bizim gerçekliğimiz başka!
Savaşlar yüzünden dünyayı bir korku iklimi sarmış, insanlık mirası barış ve değerleri bir bir gitti-gidiyor.
Peki, niçin hemen herkes suskun?
Derler ki: Acılar çoğalıp herkesin ortak malı olunca, türküler susar ağıt olurmuş.
İşte böylesi zor günlerden geçiyoruz…
Tabii ki monarşi anlayışını henüz değiştirmemiş bir toplumda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için: ‘dinlenmemeli ve hiç tatil yapmamalı’ diyenler çokça taraftar bulur.
İşte bizim değişmesi gereken gerçekliğimiz budur, garipsenmemeli.
Emin Toprak- DOSTÇA
Bingöl-Kiğı- Zeynelli Köyü’nde 19/03/1950’de doğdum.
Köyümde İlkokul (1957-1962)
Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen Ok.(1962-1968)
İstanbul Atatürk Eğim Enst. Eğitim Böl.(1973-1977)
ve Marmara Ün. PDR bölümü Lisan tamamlama…
5 yıl İlkokul Öğretmeni,
16 yıl Rehber Öğretmen,
19 yıl Eğitim Müfettişi olarak 40 yıl çalıştım.
2013 yılında emekli oldum.
Halen emekli Matematik öğretmeni eşimle birlikte İstanbul’da oturmaktayız. 2 çocuk ve 2 de torunumuz var.
https://etoprak1950.blogspot.com/
Blogumda DOSTÇA yazılar yazıyorum.