Kronik hastalıklardaki anormal artışın hepimiz farkındayız. Ortada ciddi bir
paradoks var. Bir taraftan dünya çapında yapılan devasa araştırmalar, sağlık
alanındaki baş döndürücü teknolojik gelişmeler, diğer taraftan da neredeyse
tüm insanlığın muzdarip olduğu çok farklı isimlerle anılan kronik hastalıklar…
Medyada sürekli müjdelenen mucizevî tedaviler, ilaçlar artık eskisi gibi
insanların dikkatini çekmiyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sağlık
sektörüne karşı ciddi bir güvensizlik oluşmuş durumda. İşte bu noktada
fonksiyonel tıp diye isimlendirilen yeni bir paradigma gittikçe önemseniyor.
Peki nedir bu fonksiyonel tıp?
Fonksiyonel tıp; var olan modern tıp imkanlarını -özellikle de temel tıptaki
gelişmeleri- dikkate alarak farklı bir bakış açısı ile yorumlayıp her hastaya özel
bir yaşam tarzı değişikliği ve tedavi protokolü oluşturmaktır. Bunun yanında
geleneksel tıp olarak adlandırabileceğimiz Çin, Ayurveda (Hint), İslam tıbbı gibi
tıp sistemlerini de yeri geldiğince kullanır. Ama ana bakış noktası temel tıp
bilimleridir. Hastalıkların kök patogenezleri ve buz dağının görünmeyen kısmı ile
ilgilenir.
Günümüz tıp pratiğinde köklerdeki problemin dallara ve yapraklara yansıması
ile uğraşıp duruyoruz. Belirtilere ve tetkiklere göre spesifik bir tanı ve ona
eşdeğer bir ilaçla kronik hastalıkların üstesinden gelebileceğimizi düşünüyoruz.
Ama geldiğimiz nokta ortada. Halbuki hücresel düzeyde meseleye yaklaşıp
değerlendirmemizi ona göre yapsak sonuç çok farklı olabilir.
Fonksiyonel tıp ‘vücutta yolunda gitmeyen hangi durum var da hastada bu
belirtiler çıktı’ sorusunun peşinden gider. En önemli tedavi mantığı; ‘hastaya ne
yaparsak fizyolojisini düzeltip normale getirebiliriz’dir. Halihazırdaki hekimlikte maalesef ‘hastaya tanı koy ve ilacını yaz’dan öteye gidememektedir. Hastayı rahatlatmak için genelde fizyolojik döngüyü bozan bir ilaç verilir. İlaçların isminde genelde blokör, inhibitör, antagonist gibi kelimeler vardır.
Hatalıkların kökenine indiğimizde belli başlı temel patogenezlere rastlarız.
Bunlar; mitokondriyal disfonksiyon (enerji santrallerinin bozulması), kronik doku asidozu, kronik toksisite, kronik inflamasyon, kronik stres, beslenme-emilim- mikrobiyota bozukluklarıdır. Modern yaşama baktığımızda tarihte hiç olmadığı kadar toksik bir yüke maruz kalıyoruz, vücudumuzun bunları temizleyecek detoks mekanizmaları da felç olmuş durumda. Beslenmedeki bozulma emilim ve sindirimi bozduğu gibi sindirim sistemimizdeki sağlığımız için olmazsa olmaz mikrobiyotamız (sindirim sitemimizdeki dost bakteriler) da ciddi manada bozulmuş. Stres durumu herkesin malumu.
Vücudumuzdaki asit-baz dengesi baz lehinedir. Ancak günümüz beslenmesi hep
asit yükümüzü arttırıyor bu durum başta kanser olmak üzere birçok kronik hastalığı tetikliyor. Migren, otizm, hipertansiyon, diyabet, alerjiler, ülseratif kolit, fibromiyalji… gibi
farklı uzmanlık alanına giren bir çok kronik hastalığın altında yukarda saydığımız
kök patogenezlerin yattığı bir çok çalışma ile ortaya çıkarılmıştır. Bu nedenle
yoğunlaşmamız gereken yer ağacın kökleri olmalıdır. Acil ve akut hastalıklar
yönetiminde mevcut sistem başarılı olmakla beraber aynı mantığı kronik
hastalıklarda yürütemeyiz.
Toparlayacak olursak; geldiğimiz noktada yeni bir usule, perspektife ihtiyaç
olduğu şüphesizdir. İnsanlığın tüm tecrübesini ve günümüz bilimsel çalışmaları
derleyip toparlayacak ve hastaya ona göre yol gösterecek bir yol en
doğrusudur.
Dr. Ziya DOLAŞ
2019 Yılında Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu. Mevcut tıp paradigmasının -özellikle kronik hastalıklarda- yanlış olduğunu düşünüyor. Psikoloji ve bedensel sağlık ilişkisini önemsiyor. Fonksiyonel, geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında araştırma ve çalışmalarını sürdürüyor.