Diz bağlarında sorun olanlar futbol oynayamaz. Oynaması halinde yatalak bir hasta olarak hayatını idame ettirme zorunluluğu ile karşı karşıya kalabilir. Bu düşünce ile kelepçelenmiş ellerine baktı. Sonra yürümeye devam etti. Muhtemeldir ki o düşünceyi şöyle tamamladı. Tek başına yaşama tutunmaya çalışan bir birey cinayet işleyemez. Ama, fakat, lakin… gibi ne kadar kavram varsa onlarla devam etmek istedi. Ama diyemedi.
Hakim karşısında yirmi dört saat…
– Cinayeti neden işledin evladım?
– Cinayeti neden işledim hakim bey?
Salonda bir şaşkınlık havası esti, hakim karşısındaki mahkuma yönelerek kırk dokuzundan gün alacakmış gibi baktı. Sonra önündeki dosyayı karıştırmaya başladı.
– Evladım senin sabıkan tertemiz, hayatın boyunca bir kez bile karakolluk olduğun yazılı değil. Suç ve ceza hukuku çerçevesinde sana ceza versem “Taksirli ve bilinçli taksirli” suç olarak 6 yıla değin sana hapis cezası vermem gerekiyor…
Hakim sözünü bitirmek üzereyken Merdan bütün sözlerine bir ölçü bindirmiş olarak söz aldı.
– Efendim, affınıza sığınarak birkaç kelam etmek istiyorum.
Hakim evet anlamında başını salladı. Ve Merdan maktulün ailesine dönerek bir bakış gezdirdi, daha sonra hızla hakime yönelerek savunmaya başladı.
– Değerli hakim, maktulün saygıdeğer aile fertleri bugün burada ifade edeceklerimi lütfen bir savunma olarak değerlendirmeye almayınız. Mahkemenin başlangıç sürecinde sorduğunuz soru neden cinayet işlediğime yönelikti. Gencecik bir üniversite öğrencisi, bu ülkenin evladı alelade bir bireyim. Bu yaşıma kadar kitaplar okudum, yazılar yazdım ve kendimi anlamlı ve olumlu bir bağlamda geliştirmek için elimden geleni yaptım. Yer yer hukuki zemini öğrenmek adına makaleler okudum ve derinlemesine araştırmalar için gayret ettim. Kısaca bir ömrü araştırma ve üretmeye adadım. Etrafımda benim gibi yaşamaya çalışanı bırakın, birbirine saygı duyma çabası içinde olan insanların sayısı o veya bu sebeple bir elin beş parmağını geçemeyecek azınlıktadır. Buna rağmen saygısızlığa uğradım, saygısızlık etmedim. Hakarete uğradım kendimi nezaketle ifade etmeye çalıştım. Bütün bu anlatılanları bir cinayetin sonrasında ifade edilen ama ve fakat üzerine izah edilen kavramlar olarak düşünebilirsiniz. Keza bu ifade edilenleri ilkin bu şekilde ele almak gayet olağandır. Saygıdeğer, hakim mahkemenizi uzun süreli bir hale getirmek niyetinde değilim. Fakat karşınızda bir sanık olmadığımı ve sanık olabilmem için ortalama saygısı ve hukuku olan bir ülkede yaşanması gerektiği malumunuzdur. Bunun için gerek sosyal sebepler, gerek kişiliğime hakaret ve diğer bütün hususlar çerçevesinde isnat edilen hiçbir suçu kabul etmediğimi ifade ediyorum. Cinayetin bireysel değil toplumsal bir suç olduğunu tekraren ifade etmekteyim. Ve son olarak şunu ifade etmek istiyorum, buradan bir hafta sonra elimi kolumu sallayarak gideceğim bilgisini mahkemenize bildirmek isterim.
Hakim şaşkınlığı ve korkuyu aynı anda hissetmişti. Hışımla sanığın gözlerinin içine baktı ve ekledi.
– Delikanlı burası Türkiye Cumhuriyeti devleti…
Sözünü bitirmesine müsaade etmeden ve kahkaha ile
– Sayın hakim sizinle aynı fikirde olduğum bir husus var. O da evet burası Türkiye Cumhuriyeti devleti ve sizin o koltuğa oturmanızı dahi bu ülkede belirleyenler var. Bir sınav sonucu o koltukta olduğunuzu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Hakim en yüksek ses tonuyla.
– Alın şu terbiyesizi karşımdan, derhal.
Merdan gülerek baktı hakime ve ellerindeki kelepçeye daldı gözleri. Yirmi dört saatin sonunda sinirler gerilmiş karar verilememişti. Bir yirmi dört saat sonra bakanlıktan açık bir yazı alınmıştı katilin serbest bırakılması için açık ve uyarıcı bir emir. Yazının gelmesi ile serbest kalması arasında sadece kırk sekiz saatlik bir ara vardı. Hakim evinin çalışma odasında güneş seher vaktinden sıyrılmak üzere. Kapının arkasında Merdan kapıyı nezaketle üç defa üst üste tıkladı. Kapıyı açar açmaz…
– Saygıdeğer, hakim Duru Başaran müsait misiniz, bu saatte herhangi bir hanenin kapısını çalmak saygısızlık ama lütfen bağışlayın.
Hakim olayın ciddiyetini fark edercesine buyurun anlamında el işareti yaptı ve sanık Merdan ile çalışma odasına geçtiler. Odada hoşuna giden bir sadelik sezdi Merdan. Etrafına bakındı ve direk hakimin koltuğuna oturdu. Tablolardan birini seziyormuş gibi yaptı ve aniden söze atıldı.
– Sayın hakim biliyor musunuz, benim ağabeyim avukat ve bana bir tane avukat bile tutmadı. Beni bildiği kadarıyla bir ilahiyat öğrencisiyim. Sizi sebebi ziyaretime gelince, sizden bir istirhamım var. İlerleyen günlerde müsait bir zamanınız olursa sizi kendi evimde ağırlamak isterim. Lütfen bu teklifimi yanlış anlamayın ve üzerinde biraz düşünün. Bu arada çalışma odanızdaki sadeliği sevdim. Tablolar gayet estetik durmakla beraber halılar tam bir köylü işi olmuş. Bu işten anlıyorsunuz. Hadi bana müsaade.
Hakim duru Başaran birçoğu şaşkınlığı aynı anda yaşıyordu ama anlayacaktı olan biteni.
2 gün sonra…
– Avluda volta atar dururum, kah düşünür kah otururum…
Bir ezan sesiyle irkildi iç dünyasından. Az sonra kapı açılacak karşısında davet ettiği hakimi bulacaktı evinin bahçesinde. Aslıyla ev demeye bin şahit gerek, saray gibi bir yerde yaşıyordu. İstanbul’un en kuytu ve aynı zamanda en nezih köşesi idi burası. Zamanının çoğunu burada geçirirdi. Arada astım krizleri geçirdiği için genelde yalnız kalmazdı ve günün bilinmeyen vakitler burada geçerdi. Ağabeyi ile yaşıyormuş gibi yapardı. Onun avukatlık sınavı sonrası bütün referansları kendisi sağlamıştı. Şimdi ise hapisten mektuplar yazma niyetinde. Bazen bilinmeyen bir dünyadan çıkıp gelmeliydi insan ve öyle yapacaktı. Ticari taksi kapıya yanaştı ve içinden geçen sesi açığa vurarak.
– Hoş geldiniz saygıdeğer hakimim
Hakim araçtan inerken bir müzik duyuldu Mark Eliyahu’dan Coming Back çalıyordu. Dansla karşıladı hakimi. Karşısında bilgili, ciddiyetsiz ve saygılı biri vardı ama en önemlisi bunların hepsini bir arada barındıran kültürlü bir birey olması olabilir miydi? Sofra kuruldu, yemek yenildi. Hakim rakı içti, katil iki gün önce getirtmiş olduğu zemzem suyunu içti. Evde uzun bir süre gezdiler. Bir şeyler kaybolmuştu arıyorlardı sanki. Salon, mutfak, diğer odalar ve bölümler gezildi. Asıl sürpriz arka bahçedeydi. Ve belki de şimdi tam zamanı. Hesaplaşmanın vakti geldi ve geçmemeli. Peki, kim ne ile, nasıl hesaplaşacaktı? Yerin altına 18 metre derinlikte ve hesaplanması zor bir genişlikte kurulu bir rehabilitasyon merkezine giriş yaptılar. Bir tarafta yaşlılar ile sahipsiz kimselerin olduğu ve harıl harıl çalışanlar ile bakımı yapılanlar diğer tarafta ise suça karışmış bir diğer değim ile saygısızlar. Saygısızlar rehabilitasyon tekniği ile topluma kazandırılmaya çalışılıyor. Testleri başarı ile geçenler yaşamlarına kaldığı yerden devam edecek, geriye kalan saygısızlar tarihin çöplüğüne gömülecekti. Yıllardır devam eden faili meçhuller canlandı hakimin gözünde. Sustu, duygulandı ve korktu… Saatlerdir beraber olmalarına rağmen tek kelam etmediler. En son bir masanın başına geçtiler. Hakime tarifine uygun bir Türk kahvesi yapıldı. Katil sadece su içti. İkisi de ala çatıdan batan güneşi seyrederken maktulün gözlerine yöneldi.
– Yahu sen kimsin, yani gerçekten bir adın var mı; bir insan mısın sen?
Gayet özgün bir tavırla gülümsedi.
– Hayır benim bir adım yok, yani insanların adı olur. Ben insan değilim, şaşırabilirsiniz ama ben bir insan değilim.
– O zaman sen nesin?
– Ben bir kavramım hakim bey. İnsanlar çok saygısızlar en azından büyük bir çoğunluk öyle. Saygısız oldukları kadar da cüretkârlar sayın hakim. Ben tahammül edemiyorum. Yani sırf bunun için insan olmayı değil de kavram olmayı tercih ederim. Hem sizden bir ricam olacak “saygı” ile ilgili ilişkili yasal tezahürler varsa bana bir dosya olarak sunmanız. Ben baktım elde tutulur pek bir şey göremedim. Yani pek ciddiye alınacak içerikler yok. Rehabilitasyon ve saygı mühim kavramlar. Bakın eğer bir toplumun içinde bulunan insanların birbirine saygısı yoksa. Benim gibi bir kavramla muhatap olmak zorunda kalırlar. Neyse, arkadaşlar sizi yolcu etsin. Benim bazı uğraşlarım var. Size iyi günler.
Konuşmasına ramak kalmıştı, ama başlayamadan belinde silah iki adamın buyur demesine yürümeye başladı. Karşısında büyük bir güç vardı. Oysa hukuk kitapları öyle dememişti. Para güç değildi, hukuk en üstün güçtü. Öğretilerinin ne derece doğru olduğunu düşünemedi. Evinin önüne özel bir araçla bırakılmıştı. Kapıya yöneldi, anahtarla kapıyı açmaya çalıştı sonrasında vazgeçti. Yürüdü… yürüdü… yürüdü… sonra ağladı. Yere yığıldı, tenha bir yerdeydi. Hiç kimsenin sesini duyamayacağı ve nefesine koşamayacağı bir yerdi burası. Diastolik kan basıncı ile sistolik kan basıncı raydan çıktı. Bir hipertansiyon atağının sonrasına bıraktı son nefesini. Hayatımız bir akut solunum yetmezliğinde ve mağrur bir güneş batışına esirdi. Yerde yatan bir ceset ve ölümlü bir insan. Oysa yaşayan kavramlardı, saygı gibi….
(son bölüm bir sonraki yazıda yazılacaktır)
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).