Yağmur yağıyor, sanırsın dışarıda Valse piyano ile değil yağmurla vücut buluyor. Dışarıda yağmur yağıyor ve daha sabahın beşi. Ben 27 yaşındayım Nataliya ise körpe bir sevgili. Dışarda yağmur yağıyor ve şimdi ayrılık vakti…
Gecenin bir yarısına kadar konuştular benimle ve habersizdiler benim katil olduğumdan, polis dayanınca kapıya anladılar suçlu olduğumu. Hadi hikayeyi en baştan alalım.
… Kapı çalıyor sevdiğim, seni şimdi öpemem, dedi ve kapıya doğru koştu Nataliya. Mağrur olmayan bir tazelikte seslendi
– Kim o?
Kapının ardında duran Merdan derin bir nefes alıp yanıtladı.
– Benim Nataliya yenge.
Kapı açıldı ve sohbet başladı…
– Ooo beyim nerelerdeydiniz, evin yolunu bilir miydiniz, diye alaycı bir konuşma ile kardeşini karşıladı. Nazif ağabeysi ara ara bu tarz karşılamalar yapar ve ona sarılırdı. Daha önce yaptığı gibi tekrar boynuna sarılmaya kalkıştı fakat Merdan araya girdi.
– Dur ağabey sarılma.
– Ne o beyim ölüm mü kokuyorsun? Yemin ederim ölüm kokusu bile beni tutamaz, dedikten sonra boynuna sarıldı.
– Ağabey ah ağabey yine içtin o zıkkımı değil mi?
– Ne olmuş ya bir yolluk attıysak! Arada sen de yap ağabeyine bir güzellikte elin boş gelme.
Her defasında ağabey diye bağıran Merdan sesiz bir şekilde odasına geçti. Ceketinin altına sakladığı kanlı bıçağı çıkardı ve içten içe konuşmaya başladı.
– Ben artık iflah olmam ki.
İki defa kapıyı tıklatan ağabeyi Nazif içeri girdi, birkaç saniyelik arada bıçağı kanepenin altına bırakmayı başarmıştı. Arkası dönük bir şekilde konuştu.
– Ne oldu ağabey, Allah aşkına bu şekilde içeri girilir mi?
– Ne var oğlum, çaldık kapıyı girdik. Ezan okudu müslümanın oğlu, namaz kıl diyecektim. Hayda… Nazif kendi kendine söylenerek odadan çıktı. Yemek saatine değin çatal bıçak sesinden başka bir ses duyulmadı, ev cenaze evinden farksız bir hal almıştı. Merdan eline telefonu aldı önce bir ilahi açtı sonra ansızın düşünce dünyasında beliren çelişki üzerine aniden telefonu tamamen kapattı. O esnada kapısının önünden mutfağa geçen Nataliya seslendi.
– Merdan kuzum yemeğe gel hadi.
Duymasına rağmen yanıtsız kaldı, bıçağı daha güvenilir ve görünmez bir yere aldıktan sonra mutfağa geçti. Masada sigara böreğinden haşlanmış patatese birçoğu yemek iştahla yenilmek üzere duruyordu. Herkes sofrada göz göze bakıştı ardından bütün tabaklar boşalana dek sadece yemek yenildi. Nazif masadan ayrılmak üzere kalkacakken Merdan elini dizine götürerek
– Avukat bey ve avukat hanım iki lafın belini kırmayalım mı ya?
Nataliya sevinçli bir eda ile
– Olur tabi ki kıralım da ne konuşalım.
Merdan alçak bir ses tonuyla
– Aslında aklımda var bir şeyler ama yanlış anlaşılmaktan korkmuyor değilim.
– Biz seni yanlış anlamayız ağabeyin ve yengeniz oğlum.
Nazif’in bu çıkışına sevinmişti Merdan ve şimdi tam vaktiydi merak ettiklerini sormanın. Hafiften arkaya doğrularak, omuzlarını dik tutma çabası ile 45 derecelik bir açıyla yerleşti kürsüye. Oturduğu pozisyondan kendisine biraz güven gelmişti. O edayla soruya sarıldı.
– Sizler avukatsınız ve hukuk alanında gerek teorik gerekse pratik anlamda birden çok bilgiye sahipsiniz. Bugün minibüste ansızın aklıma geldi. Bir hırsız hırsızlık yaptıktan sonra hapis edilir, bir katil içinde durum aynı. Yani bugün ben bir cinayet işlersem hukuki normlar bazında yargılanacağım. Hukuki mekanizma bana bir ceza verir. Fakat beni ıslah eder mi bilmiyorum. Çünkü katilden ziyade seri katil, hırsızdan ziyade hırsızlar var. Ve zannımca büyük çoğunluk ne hırsızlık yapmaktan ne de cinayet işlemekten vazgeçmiyor. Aksine bu anlamsız durumdan feyiz alanlar var. Demem o ki hukukun temel vazifesi sanki cezai yaptırımda bulunmak ve bu tarz yaptırımlar ile toplumsal düzeni tesis etmek. Oysa hukukun asıl görevi ıslah etmek olmamalı mı? Yani cezai yaptırımlar daha çok bireylere korku salarken bir saygı (ıslah etme) durumuna sebebiyet vermiyor. Özetle hukuk ıslah mı eder, yoksa cezai işlemle bireyleri ve toplumu suçtan kaçınmasına mı sebep olur? Keza günümüz dünyasında cezai işlem yaptırımını da hukuk adına değil de ticaret namına yapılıyor sanki, yanağının kenarını hafif indirerek tebessüm etti.
Daha fazla dayanamayan Nazif kahkaha atarak
– Beğim ne oldu ya dini normlar yetmedi mi sana, sırada hukuki kaideler mi var? Bak 3 yıldır ilahiyat eğitimi alıyorsun şu ana kadar sana tek bir soru sorduğumu hatırlamıyorum ama… Neyse, sadece şunu bil hapse girersen bizden sana avukatlık falan yok bilgin olsun, yeniden bir kahkaha ile dolaba yöneldi. Birayı dolaptan aldıktan sonra odanın yolunu tuttu. Nataliya üzgün bir tavırla
– Arada ben de kocamı tanımıyorum ya, bu sert çıkışları nedendir hiç kestiremiyorum. Sarhoşluk desem değil, karakteri hiç değil. Ama bildiğim bir şey var hiçbir uyarıyı boşuna yapmıyor.
Merdan’a yönelerek
– Hukukun temel amacı ıslah etmek ve bunun tek yolu da cezai yaptırımdır. Evet cezai yaptırımın yöntem ve süreleri açısından tartışmalar olsa da hukuk bütün yol ve yöntemleri ile insanları ıslah etmeye çalışır. Bunu anlamakta güçlük çeken seri katil olur, tacizci olur ve daha nicesini sıralayabilirim.
Büyük bir heyecanla sözü aldı.
– Hayır hayır kesinlikle aynı fikirde değilim. Dışarıda uyuşturucu satıldığı bilinmesine rağmen bilinen onlarca sözde iş insanı elini kolunu sallayarak yürüyor. Bu dünyanın her yerinde şu anda böyle. Ve hukuk ıslah etmiyor bataklığı kurutmak yerine sinek avı yapıyor. Hatta yer yer devletlerin kendi işlerine yarayan organizasyonları diye düşünüyorum. Şunu eklemeden geçemeyeceğim dışarı da haddinden fazla saygısız var. Bunlar için hukukun kendisi (sistem olarak) ne kadar etkileyici ve bağlayıcı bilemiyorum…
Sohbetin rehavetine kapılıp giden Nataliya ve Merdan üç defadır çalmakta olan zilin sesini duymamışlardı. Tam o esnada Nazif kapıya yetişti, kim olduğunu sormadan açılan kapının önünde iki polis memuru duruyordu. Başından soğuk sular boşalırcasına
– Buyurun amirim galiba bir yanlışlık var değil mi?
Polis amiri gayet sert bir üslupla.
– Defalarca dosyaya baktım Nazif ama maalesef bir yanlışlık yok.
Arkadan kendinden emin bir tavırla Merdan son sözünü etti.
– Ben bir cinayet işledim.
Saatler önce duran yağmur tekrardan bardaktan boşalırcasına yağmaya başlamıştı…
(devamı yazılacak iyi okumalar)
26.10.1998 tarihinde hayata gözlerimi açmışım.
“Hepimiz bir dünyanın ortak vatandaşlarıyız.” Bundan dolayı ırk, dil, din, memleket… Önemsiz (en azından benim için).